Troya Antik Kenti Gezi Rehberi

Troya Antik Kenti Gezi Rehberi

Troya Antik Kentinin tahçesi nedir? İlyada ve Odysseia'da Troya Savaşı nasıl anlatılır? Troya'nın kahramanları kimlerdir? Troya Atı gerçekten kullanıldı mı? Troya daha sonra neden terk edildi?

Troya atını, hikayesini mutlaka duymuşsunuzdur. Troyalı bir prensin bir Akha prensesini kaçırması ve ardından intikam uğruna yıllarca süren bir kuşatma ve sonunda bir at hilesi. Peki sadece bundan mı ibaret Troya? Yasak bir aşk ve ardından bir hile ile yok edilmesi mi bir şehrin? Aslında çok daha fazlası saklı bu antik şehirde…

Öncelikle belirtmek gerekir ki Troya binlerce yıl boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve bulunduğu konum itibariyle çağının en önde gelen merkezlerinden birisi olmuştur. Önceleri 9 katmanlı olarak anlatılan Troya’da son yıllarda yapılan çalışmalarla katman sayısının 10 olduğu ortaya çıkarılmıştır. Ama genel olarak 9. katmanın sonu yani MS 500’ler Troya kentinin terk edildiği dönem olarak kabul görür.

Troya’yı Dünya çapında üne kavuşturan ise MÖ 1200’lerde gerçekleştiği düşünülen Troya Savaşı’dır. Homeros’un yazdığı İlyada ve Odysseia bu efsanevi savaş için ana kaynaklar olarak kabul edilir. Tabii bu kitaplarda savaşın sebebi Spartalı Helen’in Paris tarafından kaçırılması olarak gösterilir. Ancak bu savaşın bu bahsi geçenden çok daha ciddi sebepleri vardır. Troya Savaşı, kentin zenginliğinin ve bunu sağlayan konumunu ele geçirmeye yönelik bir savaştır. Troyalılar ile Akhalar arasındaki bir savaştan çok Doğu ile Batı’nın savaşı olduğunu söylemek gerekir.

Troya’nın Kuruluşu ve Ataları

Ganymedes, Zeus tarafından kaçırılıyor.

Mitolojik hikayelere dayalı olarak bakıldığında Troya’nın kuruluşu Dardanos’a kadar gider. Özetle bahsetmek gerekirse Dardanos’tan sonra Erikhthonios gelir. Erikhthonios’un 3 oğlu olur ki bunlardan birisi tahta geçecek olan İlios’tur. Diğer iki kardeşi ise Assarakos ve Ganymedes’tir. İlios’tan sonra Laomedon ve ardından da Troya Savaşı’nın kahramanları olacak olan Priam; oğulları Hektor ve Paris dünyaya gelir. Bunların arasında özellikle Dardanos, İlios ve Tros isimleri en dikkat çekici olanlarıdır ki zaten bölgede birçok yer bu üçünün isminin verildiğini görebilirsiniz. Çanakkale Boğazı Dardanelles, Biga Yarımadası Troas ve Troya ise İlion olarak adlandırılır.

Troya ve Hititler arasındaki antlaşma metni – Troya Müzesi

Tarihi süreç içerisinde MÖ 2. bin yılda Hititler ile Troya arasında anlaşmalar yapıldığını da görmekteyiz. Savaşla başlayan ilişkilerin sıradan iki devlet ilişkisinden ziyade bir müttefiklik boyutuna ulaştığı da söylenebilir. Hitit kaynaklarında Troya’ya verilen isim ise Wilusa’dır. Bu kuruluş sürecinin ayrıntılarına başka bir yazımızda değineceğiz.

İlyada ve Odysseia’da Troya

Troya, günümüze bıraktıklarından çok çok efsanesiyle ünlüdür. İşte bu efsaneyi bizlere öğreten de İlyada ve Odysseia. Özellikle İlyada o kadar meşhur ki kutsal kitapları saymazsak dünya üzerinde belki de milyonlarca insanın adını anabilecekleri tek kitaptır. M.Ö. 8. yüzyılda Foça’da (Phokaia) doğmuş ünlü tarihçi Homeros’un yazdığı şiirsel bir destandır. 

Ancak bilinenin ya da düşünülenin aksine bunları okuduğunuzda bütün Troya Savaşını baştan sonra görmeniz mümkün değil. MÖ 730’larda yazıldığı düşünülen İlyada, savaşın 9. yılının 51 gününün anlatıldığı 15693 dize ve 24 bölümden oluşur. Akhalı kahraman Akhilleus’un başrolde olduğu,kendisinin savaş ganimetine el konulmasıyla başlayan ve 51 günlük süreç anlatılır.

Tabii savaşta Akhalılar safından olan kahramanlar ile Troya saflarında bulunan ve Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş kahramanların destansı hikayesinden bahsedilir. Böylesine büyük bir savaşta Olimposlu tanrıların saf tutmaması düşünülemez ki zaten öyle de olur. Olimposlu tanrılar da saflarını belli ederler orada da büyük bir mücadele ortaya çıkar.

Akhilleus, öldürdüğü Hektor sürükleyerek götürüyor.

Louis Gallait (1833) – British Museum

Bütün yaşanan kahramanlıklar, pişmanlıklar ve mücadelelerin ardından da şöyle biter İlyada: “İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor’un cenaze töreni.”

Yani İlyada Akhilleus tarafından öldürülen Hektor’un cenaze töreni ile son bulur. Troya denince ilk akla gelen sembollerden olan Troya Atı’ndan bahsedilmez İlyada’da.

İşte Troya ve savaşın sembolü olan attan ise yine Homeros tarafından İlyada’dan yaklaşık 20 yıl sonra yazılmış olan Odysseia’da bahsedilir. 20 yıl sonra da Akhalı savaşçıların Odysseus önderliğinde maceralı eve dönüş yolculuğunun anlatıldığı 12100 dizelik Odysseia İlyada gibi 24 bölümden oluşur.

Odysseus ve arkadaşlarının bu macera dolu yolculuğundan başka bir yazımızda daha ayrıntılı bahsedeceğiz ama konumuzla alakalı olaran Troya Atı’nda nasıl bahsedilir peki bu kitapta, gelin bir de bu dizlere bakalım:

“Haydi şimdi geç başka konuya,

Şu tahta at olayını anlat bize,

Athena’nın yardımıyla Epeios yapmıştı onu hani,

Getirmişti akropolise dayamıştı tanrısal Odysseus da kurnazca.

İllion’u yıkacak adamlarla doluydu içi.

Anlatabilirsen bunları getirip bir biçimine,

Bundan böyle bütün insanlara ben de diyeceğim ki:

Tanrı sevdi onu. Tanrısal bir şiir bağışladı ona.

Odysseus böyle dedi, ozan da tanrıdan hız aldı

Ve kalkıp başladı şiirini okumaya.

İlkin sağlam bordalı gemilerden açtı.

Argoslular nasıl da ateşe vermişti barakalarını,

Gemilere nasıl binmiş, açılmışlardı denize,

Ama önderler çok ünlü Odysseus’un çevresindeydiler

Atın karnında saklı getirilmişlerdi Pazar meydanına,

Troyalılar kendileri çekti atı Akropolis’e,

At öylece dikilmiş duruyordu meydanda,

Troyalılarsa çevresine dizilmişleri atın,

Konuşup tartışıyorlardı doluk almadan,

Üç yol vardı bir türlü karar veremedikleri:

Ya insafsız tunçla bu oyuk karnı deşeceklerdi,

Ya kayaların ucuna dek çekip boşluğa atacaklardı,

Ya da saklayacaklardı tanrılar için bir adak gibi.

Sonunda bu üçüncü yol uygun göründü onlara,

Çünkü kaderlerinde yok olmak vardı,

Kocaman tahta atı o gün kente almışlardı,

Argosluların önderleri saklanmıştı içine

Yıkım ve ölüm getirmek için Troyalılara.

Akhaların kenti nasıl yıktıklarını söylüyordu ozan,

Atıb oyuk karnından çıkıp yere indikten sonra nasıl

Her biri saldırıyordu kentin bir başka yerine,

Odysseus nasıl, tıpkı Ares gibi, Menelaosla birlikte,

Evine karşı yürüyordu Deiphobos’un,

Nasıl atılmıştı orda en korkunç bir savaşa,

Sonunda ulu canlı Athena’nın yardımıyla nasıl yenmişti...”

Odeysseia VIII. Bölüm 493-520

Madem İlyada ve Odysseia tüm savaştan bahsetmiyor. O zaman bizim günümüzde bütün savaşı nasıl biliyoruz, diye soranlar olabilir. Bizler bu savaşın öncesi ve sonrasında yaşananları bu kitaplardan yaklaşık 150 yıl kadar sonra yazılmış olan Küçük İlyada’dan görüyoruz. Leskhes tarafından yazılmış olan Küçük İlyada, o dönemde Yunanları tek bir çatı altında toplayabilmek ve Helen propagandası yapmak amacıyla yazılmıştır.

Apollon’un yardımıyla Paris attığı ok ile Akhilleus’u öldürüyor.

Peter Paul Rubens (1577-1640)

Troya Savaşı Hakkında Kısa Bir Özet

Troya, mitolojik hikayeleriyle de ön planda olan bir şehir. İda Dağına (Kazdağları) bebek prensin bir rüya ve kehanet sonrası öldürülmesi amacıyla gönderilmesiyle başlayan bir efsane silsilesi. Ardından Hera, Athena ve Aphrodite arasında Dünyanın bilinen ilk güzellik yarışması ve bu yarışmayı kazanabilmek amacıyla sunulan bir rüşvet. Troya’nın yıkılışına giden yoldaki ilk adımlar olarak kabul edebiliriz.

Bir zamanlar öldürülmesi için bir avcıyla dağa gönderilen prensin şehrine dönüşü ve ardından Sparta kralı Menelaus’un eşi Helen’i kaçırması savaşı kaçınılmaz kılar ve bahanesi olur savaşın. 10 yıl sürecek olan ve ilk dünya savaşı diyebileceğimiz muharebe, Kuzey Ege kıyılarında başlar.

Thetis, oğlu Akhilleus’u Styks Nehri’nde yıkıyor.

Edme Jeaurat (1719) – British Museum

Bir tarafta Akhilleus, Aias, Agamemnon, Odysseus; diğer tarafta Hector, Paris, Sarpedon, Aieneas. Akhalıların 10 yıl boyunca aşamadığı surlar ve Odysseus’un sinsi at hilesi döneminin en zengin şehirlerinden biri olan Troya’nın yıkımını getirdi. Ama bu yıkım büyük bir imparatorluğun da temelini atar.

Şehirden kaçanlardan birisi olan Prens Aeneas, Kuzey İtalya’da Etrüsk Krallığına gidecektir. Yıllar sonra ise onun soyundan iki kardeş, yani Romus ve Romulus dünyaya gelir. Yani Roma İmparatorluğunun kurucuları. Roma’nın kökleri Anadolu’dadır ve hatta Troya’dadır da diyebiliriz. Aslında bu bahsettiğimiz Troya’nın efsanevi ya da düş kısmı. Antik şehre gittiğinizde gerçek Troya’yı orada görebilirsiniz.

Aeneas, babası Ankhises ve oğlu Askanius’u Troya’dan kaçırıyor.

Pompeo Batoni (1708–1787)

Troya Savaşı’nın Kahramanları: Tanrılar ve İnsanlar

Savaş sırasında Akhaların sayısının Troyalılardan 10 kattan fazla olduğu düşünülmektedir. Troya’nın nüfusu savaşın yaşandığı dönemde yaklaşık 7 bin civarı ve gelen desteklerle bu sayısnın 10 bine kadar çıkabildiği düşünülürken Akhaların bundan çok daha büyük bir orduyla (1000 gemilik bir donanma) surların önüne geldiğinden bahsedilir.

İlyada’ya baktığımızda ise bu durum şöyle anlatılır:

“Akhalarla Troyalılar namusumuzla ant içsek,

İki yanı da bir bir saysak,

Troyalıları yurtlarında toplasak bir araya,

Biz Akhalar onar onar sıra olsak,

Her sıraya bir şarap sunan düşer Troyalılardan düşe düşe,

Üstelik boşta kalır bir hayli sıra.

İşte böyle diyorum ben size,

Şu ildeki Troyalılardan Akhaoğulları

İşte bu kadar çok.”

İlyada II. Bölüm 123 – 131

Troya Savaşı, sadece Akhalar ile Troyalılar arasında geçen bir savaş değil. Günümüzdeki Yunanistan’da bulunan şehir devletlerinin Miken (Mykene) Kralı Agamemnon önderliğinde katıldıkları; Troyalıların ise Anadolu’nun birçok yerinde bulunan krallık ve şehirlerinden gelen desteklerle katıldıkları bir savaş. Bu sebeple Batı ile Doğu arasında gerçekleştiği düşünülen ilk büyük muharebedir. Hatta kimileri buna o dönem için Dünya Savaşı tabirini de kullanırlar. Troya’dan bahseden İlyada, Küçük İlyada gibi kaynaklarda adı geçen karamanların arasında Akhilleus, Aieneas gibi tanrı soyundan gelenler olmakla birlikte; Olimposlu tanrı ve tanrıçaların da saf tuttuğunu görüyoruz.

Peki kimdir bu önde gelen kahramanlar:

Akhalar:

Agamemnon – Miken (Mykene) Kralı

Menelaos – Sparta Kralı, Agamemnon’un kardeşi, Helen’in kocası

Akhilleus – Phthie Kralı, tanrıça Thetis ve Peleus’un oğlu

Odyseus – İthaka Kralı

Nestor – Pylos Kralı

Diomedes – Argos Kralı

İdomeneus – Girit Kralı

Aias – Lokris Kralı

Agapenor – Arkadia Kralı

Troyalılar ve Troya Saflarında Savaşa Katılanlar ise:

Hektor – Priamos’un oğlu, Troya Ordusunun başı.

Paris (Aleksandros) – Hektor’un kardeşi, Helen’i kaçıran prens.

Aieneas – Ankhises ile Afrodit’in oğlu

Sarpedon – Likya, Zeus ile Bellerophontes’in kızı Laodameia’nın oğlu

Glaukos – Likya, Bellerophontes’in oğlu Hippolokhos’un oğlu

Pylaimenes – Paflagonya

Askanios – Frigya

Nastes – Karya

Panthesileia – Amazon Kraliçesi

Memnon – Ethiopia Kralı

Akhilleus, Amazon Kraliçesi Penthesileia’yı öldürüyor. – British Museum

Peki bu savaşta hangi tanrı ya da tanrıça kimi destekledi?

Poseidon, Hera, Athena, Hermes, Hephaistos Akhaların saflarında;

Apollon, Artemis, Aphrodite, Ares, Leto, Ksanthos ise Troya’nın saflarında yer aldılar.

Ölüm ve Uyku Apollon’un talimatıyla Sarpedon’u Likya’ya götürüyorlar.

Henry Fuseli (1741–1825)

Troya Savaşı’nda Tahta At Gerçekten Kullanıldı Mı?

Troya VI’ya son verdiği düşünülen ve MÖ 1200 yıllarında yaşandığı düşünülen Troya Savaşı sırasında tahta atın kullanılıp kullanılmadığı çok net değildir. Birçok destanda bu tahta at hilesinden bahsedilir. Buradan kilometrelerce uzak yerlerde bile bulunan seramik kapların üzerinde Troya Atı figürü kullanıldığını görüyoruz. Gerçekten bir at kullanıldı mı, eğer kullanıldıysa bahsedildiği gibi bir hile olarak mı; yoksa farklı bir amaçla mı kullanıldı? Bununla alakalı iki senaryo var karşımızda. Bunlardan birincisi ve herkese oldukça cazip gelen, herkesin bildiği bir şekilde tahta bir atın hile olarak kullanılması. Ancak görünen o ki bu ihtimal oldukça düşük

Tahta at ile alakalı ikinci ve daha gerçekçi olan senaryo ise şudur:

Evet gerçekten tahta bir atın yapıldığı ve kullanıldığı düşünülüyor; ancak düşünüldüğü gibi bir savaş hilesi olarak değil bir adak olarak, Poseidon’a bir hediye olarak. Bunu anlamak için Troya’nın nasıl düştüğünü bilmek gerekiyor. Yapılan araştırmalar şunu net bir şekilde ortaya koyuyor ki bahsedilen yıllarda Troya bölgesinde gerçekleşen büyük bir deprem var. İşte bu deprem Troya’nın geçilmez denilen surlarını yerle bir eder ve Troyalılar da bunları alelacele onarmaya çalışırlar. Fakat bu şekilde yapılan surlar bir daha eskisi gibi sağlam olmaz ve Akhalar yeniden saldırdıklarından savunması zayıflayan kentin düştüğü, savaşı kaybettiği söylenir. İşte Akhalar savaşı bu şekilde kazandıktan sonra savaşı kazanmalarına vesile olan tanrı için yani Poseidon için bir adak adayıp kendisine bir at hediye ederler. 

Neden Poseidon peki?

Çünkü Akhaların savaşı kazanmalarını sağlayan doğa olayı depremdir. Poseidon, ise denizin yanı sıra deprem tanrısıdır. Poseidon’un sembollerinden birisi de mitolojik hikayelere göre kendisinin yaratmış olduğu attır. İşte bu sebeple Troya Savaşı’nda da kendi saflarında olan ve savaşı kazanmalarını sağladıklarını düşündükleri Poseidon için bir hediyedir Troya Atı.

Yani gerçekten bir Troya Atı kullanıldıysa bunun bir savaş hilesi olarak değil, bir tanrı hediyesi ya da adak olarak savaştan sonra yapıldığı düşünülüyor.

Troya Kazıları

Binlerce yıllık bir tarih, milyonların hayalini süsleyen bir destan ve kahramanlar; birçok uygarlığın sahip çıkmaya çalıştığı bir medeniyettir Troya. İşte bundandır ki zamanla kendisinin yeri unutulsa da hikayesi daha da büyümüş ve merak uyandırmaya başlamıştır. Bu sebeple 19. yüzyılda bu efsanevi savaşın yaşandığı kenti bulmak için çeşitli girişimler olmaya başladı. Bilinenin aksine ilk olarak Troya’yı araştıran kişi Henrich Schliemann değildir.

Frank Calvert -Henrich Schliemann

Çanakkale İngiliz Konsolosluğu’nda memur olarak çalışan Frank Calvert’tir. Frank Calvert, Troya Ovasından ciddi araştırmalar yapmış ve tam olarak yeri tespit edemese de bölge olarak doğru alanı bulmuştur. Ancak çalışmaları ilerletebilmek için maddi desteğe ihtiyacı vardır. İngiltere’de ilgili kurumlara Troya’yı bulduğunu ve destek istediğini söyler ama aradığı desteği bulamaz ve çalışmaları ilerletemez.

Henrich Schliemann ve eşi Sophia

Daha sonra aradığı maddi güce sahip olan kişi olan Henrich Schliemann ile karşılaşır. Çocukluğundan beri İlyada ile büyüyen, aklından hiç çıkmayan Troya ve hazinesini bulmak için de Schliemann, Frank Calvert’in bilgilerinden faydalanacaktır. 1871 – 1873 yılları arasında Hisarlık Tepesinde kazı çalışmaları yapılır. Ancak Schliemann’ın bu yaptığı çalışmalar arkeolojik bir çalışma olmaktan çok bir hazine avcılığıydı. Amacı Troya’dan çok İlyada’da bahsedilen Kral Priamos’un hazinesine ulaşabilmekti. Önüne çıkanları kıra döke kazı çalışmalarını yürüten Schliemann hazineyi bulduktan sonra bunları eşi Sophia’nın da yardımıyla Atina’ya kaçırmıştır. Tabii bu hazinenin Priamos’a ait olduğunu düşünür ama aslında bundan çok daha eskiye, Troya II dönemine ait olduğu ortaya çıkar. Bundan sonra 1890 yılına kadar dönem dönem kazılarına devam etmiştir.

Wilhelm Dörpfeld – 1893-1894

Schliemann’ın son yıllarında kazı çalışmalarına katılmış ve Troya’da tam anlamıyla bilimsel denebilecek ilk kazıları yapan kişidir.

Prof. Dr. Carl W. Blegen – 1932-1938

1932 – 1938 yılları arasında yapılan kazılarda bulunan Blegen, Cincinnati Üniversitesi’nden olup Troya kazılarını belirli bir seviyeye çıkarmıştır.

Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann – 1988-2005

Troya’nın tam anlamıyla sınıf atladığı ve yapılan çalışmalarla tekrar Dünya gündemine gelmeye başladığı dönemdir. Korfmann ile beraber Troya önce 1996 yılında Troya Milli Parkı ilan edilmiş; ardından ise 1998 yılında Troya, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir.

Prof. Dr. Rüstem Aslan – 2013

Troya kazılarının ilk defa Türk kazı başkanlığı ile kazıldığı dönemdir. Troya Müzesi’nin açılması, 2019 yılının Troya Yılı ilan edilmesinde önemli katkıları vardır. Hala Rüstem Aslan başkanlığında kazı çalışmaları devam ediyor.

Troya Antik Kenti Nerede

Troya, Çanakkale’nin Tevfikiye Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Çanakkale merkezden yaklaşık 35 km mesafede İzmir yolu üzerinde bulunan Troya Ören Yeri’ne ulaşım oldukça kolaydır. Çanakkale’den de Ezine’den de 30 km uzaklıkta olan Troya kenti için anayoldan 5 km içeri gitmeniz yeterli.

Troya Antik Kenti, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir ören yeri olduğundan Müzekart geçerlidir. Her gün açık olan ören yerine Müzekart almadığınız takdirde, tabii 18 yaş altı ve 65 yaş üstü ücretsiz, bilet almak gerekiyor.

Troya Ören Yeri’nin giriş ücreti ise 60 TL’dir.

Troya Ören Yeri ziyaret saatleri ise 08:00 – 19:00 saatleridir. (Gişe kapanış: 18:30)

Troya’nın Tarihçesi: On Defa Kurulan ve Yıkılan Şehir

Troya, MÖ 3000 ile MS 500 yılları arasında var olmuş bir kenttir. Bu süre içerisinde 9 defa kurulmuş ve yangın, deprem, salgın ve savaş gibi sebeplerle yıkılmıştır. Bulunduğu konum itibariyle oldukça önemli olan Troya değişen şartlarla önemini kaybetmiştir. Daha sonraları Troya X olarak adlandırılan kısa süreli bir yerleşim daha gerçekleşmiş ve tarih sahnesinden silinmiştir. Troya, 10 katman ve 53 farklı yapı evresinden oluşmaktadır.

Troya I (MÖ 3000-2500)

Yaklaşık olarak günümüzden 5 bin yıl önce kurulmuş olan kentin ilk tabakasıdır. Yani buna kurulan ilk Troya kenti diyebiliriz. Erken Tunç Çağı olarak adlandırabileceğimiz dönemde kurulmuş olan bu şehir tabii ki bundan sonrakilere nazaran daha küçük bir yerleşimdir. Troy I’den kalan surların bir kısmını hala görmeniz mümkün. Ev ve benzeri yapıların inşasında ise kerpiç kullanılan kenti o dönemdeki nüfusunu net olarak söylemek zor olsa da çeşitli hesapla yöntemleriyle yaklaşık olarak 2000-2500 olduğu söylenir. Troy I aynı zamanda Hellen tapınaklarının ilk örneklerinden sayılan Megaron tipi önden girişli yapıların da ortaya çıktığı katmandır. Megaron tipi yapılar, pithos denen saklama kapları, obsidyenler, seramikler bu katmanda bulunan kalıntıların önde gelenleridir.

Daha bu yıllarda oldukça önemli bir merkez haline gelmeye başlayan Troya’nın, zamanla ticari bağlantıların da etkisiyle oldukça elverişli bir hayat sürdüğü düşünülmektedir.

Ahşap ve kerpicin yoğun olarak kullanıldığı bu katman büyük bir yangın sonrasından yıkılmıştır.

Troy II (MÖ 2500-2200)

Çizim Kaynak: cerhas.uc.edu/troy/images/album/map04.jpg

Troy I’de gerçekleştiği düşünülen yangın sıfırdan olmasa da yeniden kurulmuştur. Aslında bunu yıkılan bir şehrin yeniden kurulmasından ziyade ilk evrenin daha da geliştirilmiş, yönetim yapılarının eklendiği daha büyük ve gelişmiş hali olarak adlandırabiliriz. Troya kentinin önemli katmanların birisi olarak görülen Troya II, çanakçı çömlekçi çarkının bulunduğu ya da daha anlaşılır bir tabirle seramik üretinde seri üretimin başladığı dönemdir. Kentin surları da artan nüfusu içine alacak şekilde yeniden inşa edilmiştir. Özellik Troya II’nin meşhur rampa kapısı hala kent ziyaretlerinde sapasağlam görülebiliyor. En azında rampa kısmı.

Artık kent daha da büyümüş ve geniş bir alana yayılmıştı. Yapılan hesaplamalara göre kentin nüfusu 3 bin civarında olduğu düşünülmektedir. Ören yerini gezerken üzeri çatı ile örtülü olan alan Troya II’ye ait megaron tipi kerpiç bir evdir.

Bu döneme ait olan buluntular altın ya da değerli maden işlemeciliğinin çok geliştiğini göstermektedir. Zaten Schliemann’ın yaptığı kazılar sırasında bulduğu hazine de bu döneme aittir. Bu dönemde de yangının ciddi hasar verdiği düşünülmektedir.

Troya III (MÖ 2200-2050)

Troya III ile alakalı çok fazla bir bilgi bulunmamakla beraber kentin ikinci katmana göre büyüdüğü fakat biraz daha yoksullaştığı düşünülüyor. Buna sebep olarak da buluntuların azlığı olmakla beraber yeni kazılarda ortaya çıkabilecek olan kalıntılar bu düşünceyi değiştirebilir.

Her ne kadar buluntular az olsa da zaman içinde bulunduğu konumu çok iyi kullanan ve ticarette söz sahibi olan Troyalılar, bu geleneği bu dönemlerde de devam ettirdiler.

Diğer evrelerde olduğu gibi 2 büyük yangın yaşandı ancak bu defa kenti yok eden ileriki yıllarda da çok bahsedeceğimiz deprem oldu.

Troya IV (MÖ 2050-1900)

Çok önemli bilgilerin olmadığı bir dönemdir. Ancak kent genişlemisini sürdürmeye devam eder. Bu döneme damga vuran en önemli kalıntı kubbeli fırınlardır. Süslemenin biraz daha geliştiği bu dönemde özellikle yemek alışkanlıklarındaki farklılıklar bölgenin sıkıntılı dönemlerden geçtiğinin de göstergesi. Bundaki en önemli etkenlerin başında ise bu yıllarda mevsimsel değişikliklerin ortaya çıkıp etkisini arttırması gösterilebilir.

Troya V (MÖ 1900-1800)

Troya IV’te yaşanan sıkıntıların yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı ve Erken Tunç Çağı’ndan Orta Tunç Çağı’na geçişin yaşandığı bir dönemdir. Zaten genel hatlarıyla bakıldığında Troya III, Troya IV ve Troya V dönemlerinin birbirine benzediğini söyleyebilir. Çok fazla buluntu ve bilginin olmadığı ancak yine de yaşanan mevsimsel sıkıntılara, salgın hastalıklara ve depremlere rağmen yaşamını sürdüren bir kent olmuştur.

Geçirdiği sıkıntı dönemlerin ardında Anadolu’da önemli bir yer tutmaya başlayan Hititlerle ilişkilerin kurulmaya başladığın bir geçiş dönemi olarak adlandırabiliriz.

Troya VI (MÖ 1750-1200)

Çizim Kaynak: cerhas.uc.edu/troy/images/album/map07.jpg

Efsanevi Troya olarak adlanrılan dönemdir. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi ise Troya Savaşı’nın ve Troya Atı’nın son verdiği kent olmasıdır.

Artık kent şimdiye kadarkilerden daha da büyük ve zengin bir kent haline gelmişti. Yapılan deniz ticaretinin, tarımın, avcılığın yanında artık gümrük vergilerinin de önemli bir gelir kaynağı olduğu görülmektedir.

Kentin nüfusu 7500 kadar olsa da büyüklüğüne bakıldığında daha fazlasını da alabilecek hale kadar gelmiştir.

Kent kalıntıları arasında gezerken en çok Troya VI’ya ait surları ve kalıntıları göreceksiniz. Kentin en parlak dönemlerinden birisi olarak adlandırılan bu yıllarda Troya, tam anlamıyla bulunduğu konumun meyvelerini fazlasıyla almaya başlar. Gemilerin uygun rüzgar için Troya’da beklemesi ve bu beklemenin bazen aylarca sürmesi zenginliğin en önemli sebebidir.

Troya Evi Canlandırması

Bu zenginlikle beraber kentin surları genişletilmiş ve yeni savunma kuleleri eklenmiştir. Testere formlu inşa edilen surlar ve savunma kulelerinin mimarisi bunların daha dayanıklı ve güvenilir olmasını sağlamıştır. Özellikle ören yerine girdiğinizde ilk göreceğiniz Troya VI’nın doğu kapısı ve surlardır. Bu inşa edilen kapının sola doğru olması güvenliğe verilen önemi göstermektedir. Çünkü bu sayede bir koçbaşı ile geldiğinizde dar alandan sola dönüp kapıya vurmanız imkansız hale gelir. Bu Troya VI’ya ait göreceklerinizden sadece birisi.

İşte bu zenginlik ve refah efsanevi Troya Savaşı’na ve bu da Homeros’un Troyasının, Priam’ın Troyasının ya da Hektor’un Troyasının yakılıp yıkılmasına sebep olacaktı. Aslında o yıllarda yaşanan depremin kentin yıkılmasının ana sebebi olarak düşünürsek daha doğru olur. Yani burada biraz efsaneden, İlyada’dan ayrılıp gerçeğe dönmek gerekiyor. Kısaca kenti derinden sarsan bir deprem ve ardından gelen büyük bir savaş. Depremle zayıflayan surların da saldırılara dayanamaması sonra beklenen acı son.

Troa VII (MÖ 1200-900)

Yaşanan büyük savaşın ve bunun getirdiği tahribatın izlerinin ve etkisinin görüldüğü bir dönemdir. Ama her ne kadar büyük bir yıkım yaşanmış olsa da yaşamın devam ettiğini ve kentin terk edilmediği söylenebilir.

Geç Tunç Çağı’ndan Demir Çağı’na geçilen bir geçiş dönemidir. Kentin yaşam mahalleri değişmeye başlar. Akropol önemini yitirirken kent aşağı doğru büyümeye başlar. Zaten yıllara bakıldığında tarihte Karanlık Çağ olarak adlandırılan, çok fazla bilgini olmadığı bir dönemi kapsadığı da görülmektedir.

Troya VIII (Hellenistik Troya - İlion)

Çizim Kaynak: cerhas.uc.edu/troy/images/album/map06.jpg

Troya VII ve ardından kentin bir süreliğine terk edilmesiyle beraber Helenler gelip yeni bir kent kurup yerleşmeye başlarlar. Kurdukları bu kente de İlion adını verirler. Yani artık kuruluş efsanesinde geçen isimle kent adlandırılır.

Büyük İskender’in bölgeye gelişi ve MÖ 334 yılında kazandığı Granikos Savaşı ile beraber artık daha önceki yüzyıllarda başlayan şehirleşmedeki farklılık bütün kenti ele almaya başlar.

Athena Tapınağı bu dönemin en önemli yapısıdır. Kent ızgara planlı olarak inşa edilmeye başlanmıştır.  Aynı dönemde ören yeri ziyaretlerinde göremediğimiz hala toprak altında olan yaklaşık 8 bin kişilik bir tiyatro da inşa edilmiştir.

Troya IX (Roma Dönemi) (MÖ 2. yy-MS 500)

Çizim Kaynak: cerhas.uc.edu/troy/images/album/map03.jpg

Roma ile Troya arasında Troya Savaşı ve efsanelere dayanan bir yakınlık vardır. Romalılar atalarının köklerinin Troya’da olduğunu düşünürler. Çünkü buradan kaçan Aeneas’ın soyundan gelen Romus ve Romulus kardeşler Roma’nın kurucuları kabul edilir.

Julius Caesar, Augustus, Hadrian gibi önemli imparatorlar Troya’yı ziyaret etmişler ve burası için önemli bütçeler ayırmışlardır. Roma ile beraber su sistemleri, hamamlar, odeon vb yapılar inşa edilerek kent geliştirilmiştir.

Roma İmparatoru Hadrian – Troya Müzesi

Tipik bir Roma kentine dönüşen Troya, MS 500 ile beraber yavaş yavaş terk edilmeye başlanır. Kentin terk edilmesinin sebebi ise önemini yitirmeye başlamasıdır. Karamenderes (Skamender) ve Simois (Dümrek) Çaylarının bölgedeki koyu zamanla doldurması ve gemilerin geçerken durup uygun rüzgarı bekleyebilecekleri yer kalmamasından dolayı Troyalılar para kazanamamaya başlar. Bu çerçevede deniz ticaretinin önemini kaybetmesiyle Troya terk edilmeye başlanır. Tabi buna 500 yıllarındaki büyük bir deprem ve ardından yaşanan salgını da eklediğimiz de Troya’nın yaşanır bir kent olmaktan çıktığını söyleyebiliriz.

Troya X (13 ve 14. yüzyıllar)

Troya’dan bahsederken hep 9 katmanlı şehir, 9 defa kurulup yıkıldı denir ama aslında daha sonraları tespit edilen duruma göre burada bir de Bizans yerleşimi söz konusudur. Ama bir daha eski ihtişamlı günlerine dönememiştir.

Kendisi zamanla tarih sahnesinden silinse de bırakmış olduğu izler, hikayeler, efsaneler, Homeros’un İlyadası ile hiçbir zaman unutulmamıştır. Yeri unutuldukça gizemi arttıkça insanlar için daha büyük merak uyandıran bir yer haline gelmiş, ulaşılması imkansızlaştıkça efsanesi büyümüştür. Ta ki Henrich Schliemann tekrar Troya’yı bulana kadar…

Troya Ören Yeri Gezisi: Düşten Gerçeğe Yolculuk

1. Troya Atı

Troya’ya geldiğinizde kalıntıların arasına girmeden önce sizi Troya’nın sembolü olan tahta bir at karşılayacak. Bazı ziyaretçiler bu atı gördüklerinde hemen şu soruyu sorarlar? Gerçek Troya Atı bu mu? Elbette değil. Eğer gerçekten tahta bir at kullanıldıysa bile bunun günümüze kalması pek mümkün değil. Kalmış olsa bile henüz bulunan bir kalıntı yok. Ören yeri girişinde göreceğiniz bu tahta at ise 1974 yılında Çanakkaleli Ahmet Karadeniz tarafından yapıldı.

İlk bakışta hemen savaşla bağdaştırılmak istendiğinden neden böyle yapılmış ki hiç gerçekçi değil diye düşünenler olsa da bu at yapılırken bulunan seramik kapların üzerindeki figürlerden esinlenildiğini de hatırlatalım. Merdiveleri kullanarak içerisine de tırmanabileceğiniz atın pencerelerinden bakarak fotoğraf çekinmeyi de unutmayın.

Bunu beğenmedik derseniz Çanakkale kordonda Troy filminde kullanılan ve film firması tarafından Çanakkale’ye süreli olarak verilen diğer atı da inceleyebilirsiniz. Tabii burada filmin yarattığı etkiden dolayı daha gerçekçi gelebilir gözünüze.

2. Doğu Kapısı ve Surlar

Laomedon, kent surlarını inşa eden Poseidon ve Apollon’a ödeme yapmak istemiyor.

Joachim von Sandrart (1606–1688) and Girolamo Troppa (1637–1710)

Akhalıların yıllar boyunca saldırdığı fakat bir türlü geçemedikleri surların Poseidon ve Apollon tarafından inşa ettiği söylenir. İlyada’da da yer yer buna değinilir. Ancak bu gördüklerimiz o surlar mıdır bilinmez ama Troya VI katmanına yani savaşın son verdiği döneme ait olduklarını da belirtmek de fayda var. Surlarda her 5 – 6 metrede bir çıkıntılar vardır ki bunlar dönemin surlarına oval bir şekil kazandırır. Kimilerine göre estetik görünmesi için böyle yapıldığı söylense de hiç kimse bunca masrafı ve emeği sadece dekorasyon için kolay kolay harcamaz. Bahsettiğimiz dönemin 3600 yıl öncesi olduğunu hesaba katacak olursak güvenliğin de en önemli kaygı olduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Surların yanına inerken surlardan yaklaşık 350 – 400 yıl daha yeni olan bir savunma kulesini de görebilirsiniz. Zaten taşlardaki işçiliği dikkatli bir şekilde incelediğinizde kulenin taşlarının bir nebze daha düzgün olduğu dikkatinizi çekecek.  Aynı zamanda surlarda ve kulede kilit taşları da görmeniz mümkün. 

Burası kentin doğu girişi ki içeri doğru yürüdüğünüzde kapıdan geçip kente de girmiş olacaksınız. Ancak surların yanında yürürken hem az önce bahsettiğimiz ovallik hem de kapının tam karşıda olmağı dikkatinizi çekecek. Kente girmek için surların arasından ilerleyip sola dönmek gerekiyor ki girişin kalıntıları da hemen karşınıza çıkacak zaten. İlk bakışta ilginç gelse de aslında bunun savunmayı güçlendirmek amacıyla yapıldığını da söylemek gerek.

Bahsedilen çağlarda bu gibi kalelerin kapılarını kırmak için koçbaşı kullanılır. Uzunca sağlam bir odun parçasıyla kapıya vura vura kırmaya çalışırlar. Ancak siz bu uzun odun ile geldiğinizde kapıya vuramazsınız çünkü bu uzun odun parçasıyla bu dar alanda manevra yapmanız mümkün değildir. Bu sebeple düşman bu dar alana girdiğinde oldukça etkisiz bir hale getirilmiş olur. Surların da böyle alçak gözüktüğüne bakmayın. Gözünüzde canlandırmak istiyorsanız eğer en azından 10 metre yüksekliğinde surlar olduğunu unutmayın.

3. Athena Tapınağı ve Kuzeydoğu Savunma Kulesi

Troya katmanlı bir şehir olduğundan bir önceki dönemde farklı amaçla kullanılan bazı yapılar sonraki dönemler farklı yapıların temeli ya da platformunu oluşturarak altta kalmıştır. Doğu kapısından girip merdivemleri çıkıp geldiğiniz platform Troya VI’nın savunma kulesi iken daha sonraları Büyük İskender’in gelişiyle beraber Athena Tapınağı’nın temelini oluşturmuş denebilir. Büyük İskender ile beraber bu alanda oldukça geniş bir düzlük oluşturulmuş ve bir Athena Tapınağı inşa edilmiştir. Kentte yapılan en büyük tapınak olarak kabul edilen Athena Tapınağı, dor tarzında yapılmış ve bir süre sonra büyük bir tahribata uğrasa da Roma İmparatoru Augustus’un desteği ile yeniden inşa edilmiştir.

Bu platformdan ovaya baktığınızda eşsiz bir manzara da sizleri bekliyor olacak. Günümüzde de oldukça verimli olan bu topraklar Troyalıların da önemli bir geçim kaynağı idi. Verimli toprakların hemen ardında ise Troya’yı önemli kılan bir diğer önemli faktör Çanakkale Boğazı’nı da görebilirsiniz. Bulunduğu konuma bölgeyi izlerken hissedeceğiniz rüzgarı da eklediğimiz de işte kenti zengin kılan en önemli 2 faktörü de görmüş ve hissetmiş oluyorsunuz. Ne diyorlardı Troya için “Rüzgarın zengin ettiği kent.”

4. Megaron Tipi Kerpiç Ev

Athena Tapınağı’nda yolumuza devam ettiğinizde etrafta tapınağın kalıntılarını görerek üzeri tente ile örtülü kırmızımsı yapının yanına geliyoruz. Burada göreceğiniz kerpiçten yapılmış olan yapı Troya II’ye ait olan gümüzden yaklaşık 4500 yıl öncesine ait olan bir ev tipi. Megaron tipi yapılarda önde iki sütunlu bir giriş ve ardından büyük bir odaya geçilir. Yunan tapınak mimarisinin ilk örneklerinden sayılan megaron tipinin örneklerinden olan bu yapı kerpiçten yapılmış ama şu an da bakıldığında gördükleriniz tamamen orijinal değil. Orijinal olan kısım hammaddesi toprak olduğu için erozyona uğrayıp erimiş. İşte bu kısmın kaybolmaması için üzeri yeni kerpiç tuğlalarla kaplanmıştır. Arada erimiş olan küçük bir kısmı da görebilirsiniz.

Üzeinde burayı koruması amacıyla yapılan çatı ise kazılar başlamadan önce burada bulunan Hisarlık Tepesinin zirvesini gösteriyor.

5. Troya I Surları: Troya’nın En Eski Yapısı

Megaron tipi evin etrafından dolanıp ön tarafına geldiğimizde büyük kısmı toprak altında olan ve kısmen görebildiğimiz surlar ise Troya’nın en eski yapılarındandır. 3 mere kalınlığındaki hafif eğimli olan sur yapısı 5 bin yaşında olup çağının en önemli eşsiz örneklerinden birisidir.

6. Troya’yı Bulan Adamın Yarattığı Tahribat ve Schliemann Yarması

Çocukluğundan beri İlyada ile büyüyen ve kafasına Troya’yı iyice kazıyan Alman Henrich Schliemann, yaptığı araştırmalar sonrası Homeros’un bahsettiği Troya’nın Hisarlık TepesiNin altında olduğunu düşünüp kazmaya başlamıştır. 1871-1873 yıllarında yapmış olduğu kazılarındaki asıl amaç Troya’nın kalıntılarını ortya çıkarıp insanlığa sunmak değil; tam aksine İlyada’da bahsedilen kentin zenginliklerini, hazinesini bulmaktır. Dolayısıyla 20 metre genişliğinde 17 metre derinliğinde bir yarık açmıştır. Birçok tarihi kalıntı bulmuş olmasına rağmen, aradığı hazine olduğu için önüne çıkan değersiz gördüğü her şeyi tahrip etmiştir.

Arkeolojik bir kazı olmadığından ve Troya’nın katmanlarından haberi de olmayan Schliemann, hazineyi bulana kadar kazmış ve sonunda Priamos’a ait olduğunu düşündüğü bir hazine bulmuştur. Schliemann, eşi Sofya’nın da yardımıyla bulduğu hazineyi Atina’ya kaçırmıştır. Ancak her ne kadar kendisi bunu Priamos’un hazinesi olarak lanse etse de aslında bunlar Priamos’tan çok daha eski olan Troya II katmanına aittir.

7. Rampa Kapı: Troya’nın İhtişamının En Güzel Örneklerinden Biri

Schliemann Yarmasından gezi parkuru boyunca yolumuza devam ederken Troya’nın katmanlarının işaretlendiği bölümü görüp rampa şeklinde inşa edilmiş olan bir kapıya geliyoruz. Troya II dönemine ait olan bu eğimli kapı kentin batı girişini oluşturmaktadır. Başladığı yerden rampanın sonundaki giriş arasındaki yüksekli yaklaşık 8 metredir

Kente dışarıdan gelenlerin karşılaştığı bu kapı etrafındaki surlarla beraber kentin ihtişamını göz önüne seriyor olsa gerek. Tabii aynı zamanda gelen düşman olduğunda rampa, saldıranın zorlanmasını ve gücünün azaltılmasını da sağlamaktadır. 

8. Kutsal Alan: Troya’da Yılların Değiştiremediği Tek Mekan

Troya’da bazı bölgelerde tarihi süreç içerisinde birçok şehir üst üste kurulduğundan katmanların iç içe geçtiği bir görünüm vardır. Bir önceki dönemde sur olarak kullanılan bir yapı, bir sonraki şehirde bir tapınağın temelini oluşturmuş. Bu kutsal alanda ise birçok katmanı bir arada görebiliriz. Kutsal bir mekan olmasından olsa gerek, burası hiçbir zaman değişmemiş. Her defasında üzerine eklemeler yapılarak geliştirilmiş. Bir zamanlar temenos duvarı ile çevrili alanda taştan mermere birçok malzemeyi görebilirsiniz.

Kibele – Troya Müzesi

Platforma bakıldığında en alttaki taş kısımlar Troya’nın eski zamanlarını gösterirken, aradaki düzgün kesilmiş taşlardan oluşan kısım Hellenistik ve en üstteki mermer kısım ise Roma dönemine aittir. Bunun ön tarafında ise bazı kuyular göreceksiniz ki bunlar da kesilen kurbanların kanlarının akıtıldığı kuyular. Bu bölgede Ana Tanrıça kültünün etkili olduğunu söyleyebiliriz çünkü alan da bulunan Kibele ve Demeter heykelciklerinin sayısı oldukça fazla.

9. Odeon: Şehrin Altın Çağı Roma Dönemi

Kutsal Alandan devam edildiğinde solunuzda küçük bir tiyatro olarak gözümüze çarpan odeon ve hemen karşısındaki hamam kalıntıları bulunuyor. Görünümü her ne kadar tiyatroyu andırsa da burası bir odeon, yani küçük eğlencelerin, gösterilerin yapıldığı yer. Augustus döneminde inşa edilen odeon Hadrianus’un 124 yılında kente gelmesiyle yeniden şekillenmeye başlar. Tabii günümüzde de olduğu VIP koltuklar burada da var, tam ortada üst sırada.

Romalılar, Troya Savaşı sonlarından şehirden kaçan Aeneas ismindeki bir prense yani bu şehre köklerini dayandırırlar. Bundan dolayı RomalılarTroya için para harcamaktan yatırım yapmaktan hiçbir zaman kaçınmadılar. Augustus, Hadrianus, Caracalla gibi birçok imparator bu şehri bizzat ziyaret ettiler ve bu şehir için büyük paralar harcamaktan da geri durmadılar.

10. Kentin Güney Kapısı ve Bouleterion

Odeondan ileri doğru devam ettiğinizde hemen solunuzda bir giriş daha göreceksiniz. İşte burası Troya VI’nın güney kapısı. Kentin girişinin sağında bulunan kulenin önündeki steller ise oldukça ilgi çekici olmakla beraber hemen biraz sağına bakınca yarım daire şeklinde mermerden bir kalıntı göreceksiniz. İşte bu Troya’yı eski ihtişamlı günlerine döndüren Augustus’un kente inşa ettirdiği yapılardan birisi olan bouleterion.

Şu an sadece temel kısımları kalmış olsa da Hellenistik dönemde yapılandan çok daha büyüğü inşa edildi. 14 oturma sırasından mermer olan tek sıra sizin de göreceğiniz olan kalıntıdır. Bu da en alt sırayı oluşturur. Sadece Troya’nın değil, Hellenistik dönemde Troas bölgesi kentlerinin de toplandığı bir meclis yapısıdır. Troas Kentleri Meclisi, MÖ 304 yılında ilk defa toplanmıştır.

Peki Troya Neden Önemini Kaybetti ve Terk Edildi?

Cevap olarak iki akarsu desek pek inandırıcı olmayabilir ama basit bir tabirle söyleyecek olursak cevap tam da budur. Troya yaklaşık 3500 yıl boyunca Çanakkale Boğazına yakın bir bölgede var oldu. Ama hiçbir zaman bir liman kenti olmadı.

Günümüzde Troya’da Athena Tapınağına çıkıp boğaza bakarsanız bir ova görürsünüz. İşte bu ova iki akarsuyun yani Dümrek (Simois) ve Karamenderes(Skamander)’in kıvrıla kıvrıla geçtiği ve ardından boğaza döküldüğü Kumkale Ovası. Fakat bir zamanlar geniş bir koyun olduğu yer idi.

Harita Kaynak: www1.udel.edu/PR/UDaily/2003/map.jpg

O dönemin şartlarını düşünecek olursak boğaza gelen ticaret gemileri hem akıntıya hem de yılın büyük bölümünde esen poyraza karşı ilerlemek durumundalar. Bu da çoğu zaman dönemin gemileriyle mümkün olmadığı için gemiler uygun şartlar oluşana kadar burada bekmek zorunda kaldılar. Bazen bir gün bazen bir ay belki de daha uzun süre beklemek zorunda kaldılar. Bu süre zarfında Troya’da ticaret yaptılar ve kaldıkları süre boyunca vergi verdiler. Bu da kentin günden güne zenginleşmesine sebep olmuştur. Bu yüzdendir ki “Rüzgarın zengin ettiği şehir” derler Troya için.

Fakat kaderin cilvesi olsa gerek ki zaman içerisinde gemiler için önemli bir sığınma limanı olan bu koy iki akarsu ile yavaş yavaş dolduruldu. Hal böyle olunca gemilerin durabilecekleri, bekleyebilecekleri uygun bir alan da kalmadı. Zaten zavaş yavaş Alexandria Troas bu rolü üstlenmeye başlamıştı. Şartlar değiştikçe zenginlik yerini zor günlere bırakacaktı.

M.S. 500’lere geldiğimizde denizciliğin gelişmesi ve koyun dolmasından gemiler pek Troya’ya uğramamaya ve transit geçip gitmeye başladılar. Para kazanamayan insanlar da zamanla başka yerlere göç etmeye başladılar. 3500 yıldır var olan ve tarihe adını efsanelerle, altın harflerle yazdıran bir kent, Efes’te, Milet’te olduğu gibi doğanın gücüne yenik düştü. Bu olay da doğanın insan yaşamına en çarpıcı etkilerinden biri olarak Troya’nın şanlı sayfalarında yerini almış oldu.

Troya: Düş ve Gerçek

Gerçekten savaş yasak bir aşkla mı başladı, gerçekten tahta bir at tuzak olarak kullanıldı mı bilinmez ama Troya’nın, Dünya tarihine hikayesiyle ve kalıntılarıyla damga vurduğu çok nettir. Zaten bu sebeple 1996 yılında Troya Milli Parkı ilan edildi ve ardından da 1998’de UNESCO Dünya Kültür Miras Listesinde yerini aldı.

Troyalılar’ın kim olduğuna dair birçok tartışma oldu ve hala iddialar tartışılmaya devam ediliyor. Türk mü, Yunan mı, Japon mu bilinmez ama Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Ağustos 1922’de “Hector’un intikamını aldım” demesi, Fatih Sultan Mehmet’in 1462’de buraya gelip kurban kesmesi ve “İstanbul’u fethederek Troya’nın intikamını aldık.”  sözleri kayda değer bilgilerdir. Aradan yıllar geçtikçe daha çok çalışma yapılacak ve daha çok bilgiye ulaşılacak. Şimdi sizin yapmanız gerekn tek şey bütün Dünya’nın gıptayla baktığı, herkesin adını duyduğu, bildiği bu Troya kentini ziyaret etmektir.

Troya Müzesi ve ArkeoKöy Tevfikiye’yi Unutmayın!

Troya Antik Kenti’ni ziyaret edecekseniz ören yerine yaklaşırken kırmızımsı kutu gibi bir yapı göreceksiniz. İşte burası 2018 yılında ziyarete açılan Troya Müzesi. Troya’ya geldiyseniz ve burayı görmeden giderseniz Troya’yı gezdim, gördüm demek çok doğru olmaz. Troya Müzesi 6 bölüm şeklinde düzenlenmiş ve bu bölümler: Troas Bölgesi, Troya (Tunç Çağı), İlyada Destanı-Troya Savaşı, Antik Dönemde Troas ve İlion, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemi, Arkeoloji Tarihçesi Troya’nın İzleri.

Tevfikiye Köyü ise Opet sponsorluğunda Troya mimarisinin canlandırıldığı ve Troyalı kahramanların heykellerinin bulunduğu önemli bir ziyaret noktasına dönüştürüldü. Troya gezinizde olması gereken duraklarınızdan birisi de burası olmalı.

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.