Yarı insan, yarı at kentaurlar...
Doğanın gücüyle aklın sınırında yaşayan bu efsanevi varlıklar, Yunan mitolojisinde hem vahşiliğin hem bilgelik arayışının sembolüdür.
Peki, Kheiron neden diğerlerinden farklıydı?
Mitolojide yarı insan, yarı at varlıklar olarak anlatılan kentaurlar, yalnızca efsanelerin yaratıkları değil; insan doğasının iki kutbunu temsil eden güçlü sembollerdir. Bir yanda akıl, sanat ve bilgelik; diğer yanda içgüdü, arzular ve dizginlenemeyen doğa…
Kentaurların hikayesi, bu iki dünyanın çarpıştığı sınırda başlar. Dağların gölgesinde, rüzgarla yarışan bu varlıklar; insanın hem hayvani yönünü hem de bilge tarafını aynı bedende taşır.
Bu yazımızda kentaurların mitolojik doğuşundan, İksion’un suçuna, Kheiron’un bilgeliğine ve sanatta bıraktıkları izlere kadar uzanan binlerce yıllık serüvenini keşfedeceksiniz.
1. Kentaurların Kökeni: Mitolojik Doğuş ve Anlamı
Yunan mitolojisinde kentaurlar (kentauroi), doğanın dizginlenmemiş gücünü temsil eden, yarı insan yarı at varlıklardır. Genellikle vahşi, içgüdüsel ve medeniyetin sınırlarının dışında yaşarlar. Ancak içlerinden biri - Kheiron - bilgeliğiyle diğerlerinden ayrılır; onu tanımak, mitlerin en eski çelişkilerinden birini anlamak gibidir.
2. İlk Doğuş: Bulutun Çocuğu ve Dağların Halkı
Yunan mitolojisinde kentaurların doğumu, tutkudan doğan bir hatanın hikayesidir. Bu olay, insanın sınırlarını unutup tanrılara özenmesinin ve arzularını kontrol edemediğinde doğayla nasıl çatıştığının bir örneğidir.
İksion’un Suçu

Yunan mitolojisinde Zeus, İksion’u sınamak için Hera’ya benzeyen bir bulut olan Nephele’yi yaratır. Bu birleşmeden ilk kentaur doğar: Kentauros.
Kentaurların kökeni, İksion adlı Lapith kralının başına gelenlerle başlar. İksion, Zeus’un kendisine gösterdiği lütfa rağmen, tanrıların kraliçesi Hera’ya göz koyar. Zeus bu küstahlığı fark eder ve onu sınamak ister. Hera’ya benzeyen bir bulut (Nephele) yaratır ve İksion’u baştan çıkarır. İksion, arzusu uğruna bu yanılsamaya teslim olur ve böylece tanrısal düzenin sınırını aşar.
Bu birleşmeden ilk kentaur, yani Kentauros doğar. Kentauros, ne tamamen ilahi ne de bütünüyle insan olan bir varlıktır. O, bulutla arzunun, gökle yerin birleşmesinden doğan sınır varlığıdır. Büyüdüğünde Magnesia Dağı’nda yaşayan yabani kısraklarla birleşir ve böylece kentaurlar soyunu oluşturur. Bu yüzden kentaurlar, gökten gelen bir hatanın tohumlarından doğmuş; yarı tanrı, yarı hayvan bir ırk olarak anılır.
Bulutun Çocuğu, Rüzgarın Sesi
Nephele’nin anlamı buluttur; bu yüzden kentaurların doğası değişken ve tutarsız kabul edilir. Tıpkı bulutlar gibi, bir an sakin, bir an öfkeli; bir an insana yakın, bir an doğaya karışmışlardır. Kökenlerinde rüzgarın gücü ve doğanın dengesizliği yatar. Bazı mit yorumcuları (örneğin Pindaros ve Hyginus), bu nedenle kentaurları rüzgarın çocukları olarak betimler.

Bulut tanrıçası Nephele’nin doğurduğu Kentauros, Yunan mitolojisinde kentaurlar soyunun ilk atasıdır.
🟠 Alternatif Soy Anlatısı
Başka bir efsaneye göre kentaurlar, Apollon’un oğlu Kentauros ile Magnesia’nın atlarının birleşmesinden doğmuştur. Bu anlatım, onların daha az günahkar ama hâlâ insan doğasının vahşi tarafını temsil eden varlıklar olduğunu söyler. Bazı antik yazarlar bu hikayeyi, kentaurları tanrıların öfkesinden doğmuş lanetli bir soy olmaktan çıkarıp doğanın kendi dengesinin bir parçası olarak yorumlamıştır.
Thessalia’nın Dağlarında
Kentaurlar, doğum efsanelerinden bağımsız olarak, daima Thessalia bölgesi ve özellikle Pelion Dağı ile ilişkilendirilir. Bu dağlar, ormanların ve nehirlerin tanrısı Pan’ın diyarıdır; yani doğanın özgür, dizginsiz yanını temsil eder. Bu nedenle kentaurlar, medeniyetin dışına yerleşen varlıklardır.
Yunan mitolojisinde kent merkezleri aklı, Pelion’un ormanları ise içgüdüyü simgeler. İşte kentaurlar, bu iki dünyanın tam sınırında yaşar.
Doğanın Sınırında Yaşayan Varlıklar
Kentaurların yaşadığı Pelion ve Ossa dağları, yalnızca onların değil, birçok doğa ruhunun da yurdudur. Bu bölgelerde Dryadlar (ağaç perileri), Naiadlar (su perileri), Satirler (yarı insan yarı keçi varlıklar), Pan (doğa ve çoban tanrısı) ve Anemoi (rüzgar tanrıları) yaşar. Hepsi birlikte,mitolojide doğanın özgür ve dizginlenemeyen gücünü temsil eder.

Pelion’un ormanlarında bir kentaur; çevresinde dryadlar, satirler ve diğer doğa ruhları. Bu sahne, kentaurların mitolojide yalnızca savaşçı değil, doğanın kalbinde yaşayan varlıklar olduğunu hatırlatır.
İnsanın Hayvani Yanı: Kentaur Sembolizmi
Kentaurların iki yönü – insan ve at – mitolojide akıl ile içgüdü, medeniyet ile doğa, bilgelik ile arzunun çatışmasını temsil eder. Mitlerde kentaurlar genellikle savaş, içki ve öfkeyle ilişkilendirilirken, Kheiron bu kalıbı kırar. O, insan yanını eğitmiş, hayvani doğasını bilgelikle dizginlemiştir. Bu yüzden mitlerde ölümsüz bir bilge olarak anılırken, diğer kentaurlar ölümlü ve dizginsiz yaratıklardır.
3. Mitlerdeki Ünlü Kentaurlar
Antik Yunan mitolojisinde kentaurlar, insanla doğa arasındaki o ince sınırın en güçlü simgesidir. Kimileri bilge, kimileri vahşi; kimileri kahramanların dostu, kimileri felaketin habercisidir. Antik çağ ozanları ve tarihçileri, bu yarı insan–yarı at varlıkları bazen tanrılara karşı savaşırken, bazen kahramanları eğitirken anlatır. Özellikle Homeros, Hesiodos, Pindaros, Apollodoros, Ovidius ve Pausanias, farklı kentaurlardan bahseder. Bu yüzden tek bir kentaur tipi değil, bir ırkın mitolojik panoraması vardır.
🔹 Homados – Gürültünün ve Kaosun Kentauru
Adı Homados (Ὅμαδος), Eski Yunanca’da savaş gürültüsü, çığlık anlamına gelir. Homados, Ovidius’un Metamorfozlar adlı eserinde Kentauromakhia (Lapithlerle savaş) sırasında öne çıkan en saldırgan figürlerden biridir. Savaşın ortasında, sarhoşluğun ve şiddetin beden bulmuş halidir.
Yunan mitolojisinde Homados, yalnızca bir karakter değil; kaosun sesidir. Belki de insanın kontrolsüz öfkesini temsil eder.
Antik vazo resimlerinde bazen elinde taş veya devasa bir sopa ile betimlenir.
🔹 Petraios – Taşın Gücüyle Donanmış Kentaur
Petraios (Πετραῖος) kelimesi taştan gelen veya taş gibi sağlam anlamına gelir. Hyginus ve Ovidius, onun Lapithlerle savaşta büyük bir kayayı silah olarak kullandığını yazar.
Petraios, doğanın ham gücünü, insanın medeniyet öncesi ilkel kuvvetini sembolize eder.
Bazı yorumcular, Petraios’u doğanın şekillenmemiş, kaba ama güçlü tarafı olarak görür. Mitolojik olarak, Theseus’un mızrağıyla öldürüldüğü anlatılır.
Antik sanatta, sıklıkla koca bir kaya parçasını kaldırırken gösterilir — bu, hem fiziksel gücü hem de öfkenin körleştirici yönünü temsil eder.

Petraios, doğanın ham gücünün simgesidir. Elindeki taş, yalnızca bir silah değil; insanın içindeki dizginlenmemiş öfkenin ve medeniyet öncesi gücün sembolüdür.
🔹 Asbolos – Küller Arasında Geleceği Gören Kentaur
Adı Asbolos (Ἄσβολος) kelimesinden gelir; anlamı kül rengi, isli, kararmıştır. Ovidius’tan farklı olarak Hyginus (Fabulae 14) ve Pindaros Asbolos’u bir kahin kentaur olarak tanıtır. Diğer kentaurlardan farklı olarak, içgüdülerini vahşetle değil sezgiyle yönlendirdiği söylenir.
Bazı anlatılarda, savaşın sonucunu önceden görür ve uyarır, ama kimse onu dinlemez. Herakles’in elinden öleceğini bile bile savaş alanına girdiği aktarılır. Bu nedenle Asbolos, bilgeliğin bedelini bilen bir figürdür. Bilmek ama durduramamak temasıyla özdeşleşmiştir.
🔹 Ampyx – Miğferli Savaşçı Kentaur
Ampyx (Ἄμπυξ) kelimesi miğfer veya alın bandı anlamına gelir. Kentauromakhia’da Lapithlerle savaşan kentaurlardan biridir.
Ovidius (Met. XII) onu kahramanca dövüşen olarak tanımlar, ancak Theseus tarafından öldürülür. Ampyx, disiplinli ama kaderine mahkum savaşçı tipini temsil eder. Kentaurlar arasında bile onurla ölen az sayıdaki figürden biridir.
🔹 Rhoetus – Öfkenin Ateşi
Rhoetus (Ῥοῖτος), kızgın, ateşli anlamına gelir. Ovidius’a göre Lapithlerle savaş sırasında öfkeyle kendini kaybeder, Theseus’un mızrağı tarafından öldürülür.
Rhoetus’un hikayesi, kontrolsüz öfkenin sonu yıkımdır temasını yansıtır.
Sanatta, yüzü öfkeyle çarpılmış ve saçları dik şekilde resmedilmiştir.
🔹 Agrius ve Areion – Vahşet ve Asaletin İkizleri
Bu iki kentaura Apollodoros ve Diodoros eserlerinde değinir.
- Agrius, vahşi, yırtıcı anlamına gelir; doğanın dizginsizliğini temsil eder.
- Areion ise asil, soylu anlamında; onun aksine dengeyi sembolize eder.
Birlikte anıldıklarında, kentaurların içindeki ikili doğayı simgelerler. Hayvani ve insani, vahşi ve bilge. Bazı geç dönem metinlerinde, ikisi kardeş olarak geçer ve Lapithlerle savaşta birlikte ölürler.
🔹 Elenus – Sessiz Savaşçı
Elenus, Diodoros Siculus (IV.12) tarafından kısaca anılır. Lapithlerle savaşta omzundan yaralanır; ama geri çekilmez. Savaşın sonunda, diğerlerinin aksine cesedi bulunur ve gömülür. Bu, onun onurlu bir figür olduğunu gösterir.
Elenus’un adı parlayan, görkemli anlamına gelir; bu da onun diğer kentaurlardan farklı, soylu bir doğa taşıdığını ima eder.
🔹 Mimas – Pan’ın Yoldaşı

Mimas ve Pan’ın dostluğunu betimleyen bu antik vazo sahnesi, müzik ve doğanın uyumunu anlatır. Flüt çalan satir ve ona eşlik eden kentaur, vahşilikle zarafetin birleştiği mitolojik bir anı temsil eder.
Mimas, bazı kaynaklarda (özellikle Pausanias, Description of Greece 10.29) yarı kentaur, yarı satir olarak anılır.
Pan’ın yakın arkadaşı ve dans ortağıdır. Doğayı ve müziği sever; orman tanrılarının şölenlerinde yer alır. Bu yönüyle Mimas, vahşi doğanın neşeli ama ölçülü halini simgeler.
Bazı Attika vazolarında, elinde flütle betimlenir.
🔹 Oureus – Dağların ve Rüzgarların Kentaurları
Oureus (Οὔρειος) adı dağlarla ilgili demektir. Hesiodos ve Pindaros’un yazılarında, dağlarda yaşayan rüzgar kardeşleri olarak geçer.
Oureus, vahşilikten çok doğayla uyumu temsil eder.
Bazı modern mitologlar, onu kentaurların şamanik kökenine bağlar. Dağ ruhlarının habercisi sayılır.
🔹 Hylaeus ve Rhoecus – Atalante’nin Laneti
Bu iki kentaur, Avcı Atalante’nin mitinde yer alır. Apollodoros (III.9.2) ve Ovidius (Ars Amatoria II.190) onları Atalante’ye saldırmaya çalışan kentaurlar olarak anlatır. Atalante, oklarıyla ikisini de öldürür.
Bu sahne, kadının dokunulmazlığına saldıran erkek şiddetinin cezalandırılması olarak yorumlanır.
Hylaeus orman adamı, Rhoecus ise güçlü kök anlamına gelir; bu da onların doğanın ham kuvvetiyle özdeş olduğunu gösterir.

Avcı Atalante, kendisine saldıran kentaurlar Hylaeus ve Rhoecus’u cezalandırırken. Bu sahne, mitolojide kadının gücünü ve dokunulmazlığını simgeleyen en çarpıcı anlatılardan biridir.
🔹 Crantor – Öğrenci ve Kurban
Crantor, Ovidius’un Metamorfozlar (XII) kitabında geçer. Aslında bir kahramandır ama kentaurların savaşında ölür. Bazı yorumlarda, Peleus’un oğlu olarak anılır; Akhilleus’un atı Xanthos ile birlikte Kheiron’un eğitiminde yer almıştır.
Kentauromakhia’da ölen ilk figürlerden biri olması, öğrencinin hocasız kalışını simgeler.
🔹 Amycus – Dövüş Ustası Kentaur
Amycus, bazen kentaurlarla, bazen devlerle ilişkilendirilir. Servius (Vergilius yorumları) onu boksun ustası olarak tanımlar. Ovidius’un bazı versiyonlarında Lapithlerle dövüşen kentaurlardan biridir. Bazı Roma yazarları, Amycus’u Poseidon’un oğlu sayar.
Bu nedenle yarı deniz, yarı kara varlık olarak hem atın hem dalganın gücünü taşır.
4. Kheiron’un Farkı: Bilgeliğe Dönüşen Bir Canavar
Mitolojide her canavar, insanın karanlık yanını temsil eder; ama bazıları, o karanlığın içinden ışık çıkarır. Kheiron işte bu istisnadır; vahşetin içinden doğan bilgelik.
Soyu ve Doğası
Kheiron’un doğumu bile diğer kentaurlardan ayrıdır. Babası Kronos, annesi ise deniz perisi Philyra’dır. Kronos, karısı Rhea’ya yakalanmamak için Philyra’ya yaklaşırken kendini bir ata dönüştürür; bu birleşmeden yarı at, yarı insan bir çocuk doğar: Kheiron.
Annesi, çocuğun biçimini görünce dehşete kapılır ve tanrılardan kendisini başka bir şeye dönüştürmesini ister. O da bir ıhlamur ağacına çevrilir. Bu nedenle Kheiron, daha doğumundan itibaren reddedilmiş bir bilgelik sembolüdür. Kökeninde utanç vardır, ama o utancı bilgeliğe dönüştürür.

Kheiron, tanrıların ve kahramanların öğretmeni. Akhilleus, Herakles ve İason gibi öğrencilerine bilgelik, tıp ve cesareti öğreten bu sahne, mitolojide eğitimin ve erdemin simgesi haline gelmiştir.
Tanrıların ve Kahramanların Öğretmeni
Pelion Dağı’nda yaşayan Kheiron, Apollon ve Artemis tarafından büyütülür. Apollon ona müzik, tıp ve kehaneti; Artemis ise avcılık ve doğanın sırlarını öğretir. Bu eğitimin ardından o, hem insanlara hem tanrılara bilgi veren bir öğretmen haline gelir.
Onun öğrencileri mitolojinin en parlak isimleridir: Akhilleus, Asklepios, Herakles, İason, Theseus, Peleus, Telamon…
Hepsine cesareti, disiplini ve doğanın dengesini öğretmiştir. Bu yüzden Homeros, onu “adil kentaur” olarak anar; antik dünyada eğitmen kavramı ile Kheiron adı neredeyse eş anlamlı hale gelir.
Ölümsüzlüğünden Vazgeçen Bilge
Herakles, dördüncü görevinde Erymanthos Dağı’nda diğer kentaurlarla çatışmaya girer. Oklarından biri, yanlışlıkla Kheiron’a saplanır. Ok, Hidra zehriyle kaplıdır. Hiçbir yara bu zehre dayanamaz. Kheiron ölümsüz olduğu için acı çeker ama ölemez. O an, insan olmanın anlamını en derin şekilde yaşar: Acı çekmek ama ölmemek.
Sonunda Zeus’a yalvarır; ölümsüzlüğünü Prometheus’un kurtuluşu karşılığında vermek ister. Zeus, isteği kabul eder. Kheiron ölür ama gökyüzüne yükselir; onun yıldızları artık Sagittarius (Yay) takımyıldızıdır. Bu dönüşüm, bilgeliğin ölümsüzleşmesidir. Varlığı silinir, ama öğretisi kalır.

Herakles’in zehirli oku Kheiron’a isabet ettiğinde, bilge kentaur ölümsüzlüğünün bedelini anlar. Acı çeker ama ölmez. Bu sahne, insan olmanın ve bilgeliğin trajik anlamını sembolize eder.
Sembolik Anlamı: İnsanın İyileştirici Yarası
Kheiron’un yarası, felsefede ve psikolojide yüzyıllar sonra bile tartışılmıştır. Carl Jung’un takipçileri onu yaralı bilge arketipi olarak tanımlar. Kendisi acı çekmiş ama başkalarını iyileştirmeyi öğrenmiştir. Tıpta Kheiron etkisi, bir iyileştiricinin kendi deneyiminden doğan empati gücünü ifade eder. Bu yönüyle Kheiron, modern dünyada bile insanın acıdan öğrenme gücünün mitolojik temsili haline gelmiştir.
🟠 Kheiron’un farkı şiddette değil, bilgelikte gizlidir. Diğer kentaurlar doğanın öfkesiyken, o doğanın öğretisidir. Kheiron’un hikayesi, bir canavarın bilgeye dönüşebileceğini anlatır; çünkü bazen en büyük bilgi, en derin yaradan doğar.
5. Sanatta ve Kültürde Kentaurlar
Kentaurlar, insanın doğayla mücadelesini ve içgüdülerle akıl arasındaki çatışmayı temsil ettikleri için, antik çağdan Rönesans’a kadar sanatın vazgeçilmez figürlerinden biri olmuştur. Onlar, medeniyetle doğa arasındaki o sonsuz denge arayışının hem düşmanı hem aynasıdır.
Antik Yunan Sanatında Kentaurlar
Kentaurların ilk tasvirleri, Geometrik Dönem (M.Ö. 8. yüzyıl) seramiklerinde görülür. Bu erken dönemde, insan ve at birleşimi henüz biçimsel olarak oturmamıştır. Genellikle insan gövdesi, at vücuduna kabaca eklenmiştir. Ancak Arkaik ve Klasik dönemlerde, Attika siyah figürlü ve kırmızı figürlü vazolarda kentaurlar detaylı biçimde işlenmeye başlar.

Kentauromakhia: Kentaurlar ile Lapithlerin efsanevi savaşı. Parthenon frizlerinde de yer alan bu sahne, doğanın dizginlenmemiş gücüyle medeniyetin düzeni arasındaki ezeli çatışmayı simgeler.
En çok işlenen sahneler:
- Kentauromakhia (Lapithlerle Savaş): Parthenon’un güney frizlerinde de bu sahne betimlenir.
Bu sahnede kentaurlar, medeniyetin düşmanı değil; onun sınavıdır.
- Kheiron ve Akhilleus sahneleri: Kheiron, Akhilleus’a lir çalmayı veya mızrak tutmayı öğretirken görülür.
Bu sahne, bilgelik ve eğitimin simgesine dönüşür.
- Atalante efsanesi: Hylaeus ve Rhoecus’un Atalante’ye saldırı girişimi bazı Attika vazolarında anlatılır.
Sanat tarihçileri, bu betimlemeleri medeniyetin doğaya galip gelişinin alegorisi olarak yorumlar. Yani kentaurun mağlup edilmesi, insanın içgüdülerini kontrol altına alışını simgeler.
Roma Dönemi ve Mozaiklerde Kentaurlar
Roma döneminde kentaurlar artık sadece vahşi değil, erotik ve dekoratif figürler olarak da kullanılır.
Pompeii ve Herculaneum’da bulunan mozaiklerde, kentaurların su perileriyle (Naiadlar) dans ettiği veya müzik yaptığı sahneler vardır. Bazı mozaiklerde Kheiron, Asklepios’a tıp öğretirken resmedilmiştir. Bu eserler, kentaurun kültürel dönüşümünü gösterir: vahşilikten uyuma, saldırgandan öğretmene.
Rönesans ve Barok Dönemde Kentaurlar
Rönesans sanatçıları, kentaurları yeniden keşfetti; artık onlar mitolojik figür değil, insanın içsel çatışmasının simgesi haline geldi.
- Sandro Botticelli’nin Pallas and the Centaur (1482) tablosunda, bilgelik tanrıçası Pallas Athena bir kentaurun saçlarından tutar.
Bu sahne, aklın tutkuyu dizginlemesi anlamına gelir.
- Michelangelo, Sistine Şapeli’nin bazı eskizlerinde Kheiron ve Akhilleus temasını işler.
- Peter Paul Rubens’in Centauromachy tablosunda, Lapithlerle kentaurlar arasındaki savaş yeniden canlandırılır; dramatik ışık ve hareketle insanın içsel kargaşasını temsil eder.
- Boucher ve Ingres gibi Rokoko sanatçılarıysa, kentaurları zarif, bazen mizahi biçimde tasvir ederek antik dünyanın zarafetini modern gözle yeniden yorumlar.
Modern Kültürde Kentaurlar
Bugün kentaurlar, yalnızca mitolojinin değil; fantastik edebiyatın ve sinemanın da vazgeçilmez öğesidir.
- C.S. Lewis’in Narnia Günlükleri serisinde, kentaurlar bilge savaşçılardır.
- Harry Potter serisinde Firenze adlı kentaur, ormanın bilgesi olarak Kheiron’un mirasını taşır.
- Modern oyun ve film estetiğinde (örneğin God of War, Percy Jackson, Hercules animasyonu), kentaurlar genellikle doğayla uyumlu savaşçılar olarak resmedilir.
🟠 Kentaurlar, sanatın en eski ve en modern simgelerinden biridir. Onların vahşi gücü, insanın kendi doğasını tanıma mücadelesini anlatır.
Antik dönemde mağlup edilmesi gereken bir canavar olan kentaur, Rönesans’ta eğitilecek bir ruh, modern çağda ise doğayla barış arayan bir bilgeye dönüşmüştür.
6. İnsanla Hayvan Arasındaki O İnce Çizgi

Yarı insan, yarı at kentaur, doğa ile insan arasındaki sınırda yürür. Bu sahne, vahşilik ile bilgelik arasındaki ince dengeyi ve doğanın özgür ruhunu simgeler.
Kentaurların hikayesi, insanın kendi doğasıyla hesaplaşmasının mitolojik anlatımıdır. Onlar, aklın ışığıyla içgüdünün karanlığı arasında kalan o gri bölgede yaşarlar. Bir yarısı medeniyetin sesi, bir yarısı ormanın yankısıdır.
Antik Yunan, kentaurları yalnızca canavar olarak değil, insanın içindeki hayvani dürtülerin sembolü olarak gördü. Kheiron gibi figürler ise bu dürtüleri bastırmak yerine anlamayı ve dönüştürmeyi seçti. Bu yüzden onun hikayesi, yalnızca mitolojik değil; felsefi bir derstir. Bilgelik, doğayı bastırmakla değil, onunla uyum içinde yaşamayı öğrenmekle başlar.
Bugün kentaurlar hala bizimle; filmlerde, romanlarda, sanat eserlerinde. Ama belki de en çok içimizde yaşıyorlar: Bir yanımız düşünürken, diğer yanımız koşuyor. Bir yanımız öğrenmek isterken, diğeri hissetmek istiyor. Her birimiz, biraz Kheiron gibi, kendi içimizdeki yarayı anlamaya çalışıyoruz.