Çanakkale Savaş Alanları'nın Yabancı Anıt ve Mezarlıkları

Tarihi Alanda Çanakkale Savaşlarının Yabancı Anıt ve Mezarlıkları

Nasıl oldu da Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı savaş alanında bulunan yabancı anıt ve mezarlıklar burada yer aldı, nasıl bir süreç yaşandı; kim yaptı, kim koruyor?

Çanakkale Muharebe Alanlarını gezmeye gelenlerin beklentileri ana hatları ile aynı olmakla birlikte zaman zaman gezi güzergahında karşılaştıklarıyla beraber farklılıklar da gösterebilir. Ortak amaç tabii ki bu önemli alanın tarihini yerinde görüp yaşananları dinlemek ve burada canlarını vermiş olan kahramanlara saygı göstermektir.

Birçok ülkenin burada yer aldığını düşündüğümüzde savaşın ardından bölgenin boşaltılması ile birlikte geride kalanlar da oldukça fazladır. Mezar alanları, siperler, tüneller ve anıtlar...

Genel olarak hepsi aynı anlamı taşısa da bir savaş alanındaki taraflar olmasından, ziyaretçiler arasında “Bunlar onların, bunlar bizim.” ifadeleri ile seçicilik ön plana çıkmaya başlar. Duygular ön plana çıkarken, bunun vatanseverlik ile birleşmesiyle zaman zaman tahammülsüzler de ortaya çıkar. Tabii ki gelip geçici olmakla beraber bu duygular hiçbir zaman beraberinde vandalizmi getirmez.

Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanını ziyarete gelenler, özellikle yerli gruplar, alanın iç kısımlarına girmeye başlayınca yabancı anıt ve mezarlıkları buralarda görürler. Hemen akıllara “Ne işi var yabancı anıtın bu topraklar da. Kim izin verdi bunlara?” sorusu gelir. 

Sahi nasıl oldu da yabancı anıt ve mezarlar burada yer aldı, nasıl bir tarihi süreç yaşandı, kim yaptı, kim koruyor?

Ya da ziyaretçilerin akıllarında diğer bir konu da yabancı anıt ve mezarlarının çok bakımlı, bizim anıt ve şehitliklerimizin bakımsız olduğudur. Bu söz alana gelen her ziyaretçinin kullandığı bir ifadedir. Peki bu ifadeler neden sürekli karşımıza çıkar?

Çanakkale Muharebelerinin sürekli herkesin zihninde canlı oluşu, herkesin kendinden bir parça bulması, belki de alanın içerisinde barındırdığı sayısız siper, mezar, anıt, şehitlik gibi gözle görülebilir eserleri barındırmasındandır.

Osmanlı Devleti’nin çarpıştığı diğer cephelerdeki kalıntıların bu kadar fazla olmadığını, belki de hiçbir şey kalmadığını görünce, tarihi öneminin dışında geride kalan kalıntıların da buraya ilgiyi arttırması gayet normal. Uçsuz bucaksız bir bozkırda veya çölde yer alan bir savaş alanında tek bir anıt mı yoksa onlarca anıt, mezar, şehitlik ve siper mi daha ilgi çekicidir? Çanakkale’nin en büyük farkı da budur.

9 Ocak 1916 her iki taraf için de Çanakkale’de biten savaş diğer cephelerde devam etmekteydi. Dolayısıyla bütün birlikler Çanakkale’den ayrılırken hiçkimsede acaba geride unuttukları bir şey var mı; mezarlar yerli ve yerinde mi; gömülmeden kalanları düzenli bir şekilde gömsek mi gibi bir düşünce yoktu. Önemli olan buradan güvenle ayrılmaktı.

İşte bundan sonrası burası girilmesi yasak bir bölge haline getirildi. Giriş çıkış olmadığı gibi birkaç yıl toprak üzerinde kalan bedenler, mühimmatlar da rüzgarın ve erozyonun yardımıyla toprak altında kaldı. Herkesi Çanakkale için söylediği “Adımınızı attığınız heryerde bir şehidimizle karşılaşabilirsiniz.” sözünün çıkış noktası da işte bu süreçtir.

I. Dünya Savaşı bitti. Her ne kadar savaşta kazananın olmadığı söylense de, kazanan kazandı, kaybeden kaybetti. Sıra bu tarihi yazanlara gereken saygıyı göstermeye, adlarına yakışır anıt, mezar ve şihitlik yapmaya; kısacası Çanakkale Muharebe Alanlarına sahip çıkmaya geldi.

Hepimizin izlediği Russell Crowe ve Cem Yılmaz’ın oynadığı "Son Umut" filminin konusunu hatırlayın. Çanakkale’de Kanlısırt Muharebelerinde kaybettiği oğullarının mezarlarını arayan bir baba savaş sonrası Çanakkale’yi ziyaret eder ve heryerde araştırma yapan bir ekiple yolu kesişir. İşte o ekip bugün ziyaretlerimizde gördüğümüz anıt ve mezarların yapımından, bakımından sorumlu olan "İngiliz Milletler Topluluğu Savaş Mezarlıkları Komisyonunun" (CWGC) ilk çalışanlarıdır.

Terkedilmiş savaş alanına ilk gelen bu ekibin gördükleri tabii ki çok daha farklıydı. Şu an 31-32 olan yabancı mezarlıklar o dönem belki 100’den fazlaydı. Bazıların 10 – 15 mezar, bazıların 300 – 400 mezar bulunmaktaydı. Bu ekip ilk olarak arazinin engebeli yapısından dolayı bakımı zor olacak, erozyonla zarar görebilecek ya da sayıcı az mezar bulunduran küçük mezarlıkları büyük olanlara taşımaya karar verdi. Mezarlık sayısı 31 – 32’ye düştü ve günümüzdeki halini aldı.

31 mezarın dışında Arıburnu Cephesinde Avustralya Anıtı, aynı zamanda Yeni Zelanda Anıtı olan Tek Çam Mezarlığı – Lone Pine Cemetery (Yeni Zelanda’nın toplamda 4 anıtı bulunur. Tek Çam, Conkbayırı, Bombatepe, 12 Ağaç Koruluğu Anıtı), Conkbayırı Yeni Zelanda Anıtı, Seddülbahir İngiliz Helles Anıtı ve Fransız Anıtı vardır. (Şunu belirtelim Fransız Anıt ve Mezarlığı’nın bakım ve onarımı Fransa tarafından yapılmaktadır. CWGC’den yani İngiliz Milletler Topluluğu Savaş Mezarlıkları Komisyonu’nda ayrıdır.)

Anzak sektöründe 21 mezar, 2 anıt; Seddülbahir’de 7 İngiliz Mezarlığı ve 1 anıt, 1 Fransız Mezarlığı ve Anıtı; Anafartalar’da 4 mezarlık vardır.

Bu mezar ve anıtlar 1919 – 1925 yılları arasında bitirilmiştir ve hala bakım ve onarım masrafları yukarıda da değindiğimiz gibi CWGC tarafından karşılanmaktadır. Çalışanlar genellikle bölgeden seçilmiş bahçıvan, taş ustaları olup maaşları da CWGC tarafından ödenir.

Tabii bu dönem öncesinde biz de eldeki imkanlarımız doğrultusunda basit de olsa gereke Anafartalar’a, gerek Arıburnu’na şehitlerimizin anılarını temsil edecek anıtlar yapmışız. Ancak belki doğal sebepler, belki de yabancı anıt ve mezarlıkların yapıldığı dönem içerisinde tahrip edilmiş olup günümüze kadar ulaşan sadece Kireçtepe Jandarma Şehirliği’dir.

Yabancı anıt ve mezarlıkların burada yapıldığı döneme bakacak olursak ülkemizin işgal altında olduğu, Kurtuluş Savaşı mücadelesi verdiğimiz zamanlar olduğu görülür. Dolayısıyla o dönem içerisinde bu anıt ve mezarların yapılması tamamen yabancıların insiyatifindedir. Ne zaman ki Kurtuluş Savaşı bitti, Lozan Antlaşması imzalandı, o zaman yabancıların ülkemizde bıraktıkları anıt ve mezarlıkları, dolayısıyla bütün yabancı ülkelerde bulunan farklı ülkelerin mezarlıklarını da koruyacak yasal yollar ortaya koyuldu.

Lozan Antlaşması’nın mezarlıklarla ilgili maddelerine baktığımız zaman, yabancılar şuanki mevcut boyutlarında çok daha büyük alanlar talep etmiş ama biz bunu sınırlayıp günümüzdeki hali ile kabul ettirmişizdir.

- Yabancı anıt ve mezarlıklara 150’den fazla ziyaretçi aynı anda gelecek olursa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden izin almak durumundadır.

- Güvenlik tamamen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluğundadır.

- Yabancılar hiçbir şekilde silahlı güvenlik görevlisi bulunduramazlar.

- Mezarlıkların köşelerinde bulunan sınır taşları manevi olarak yabancıların sınırlarını işaret eder. (Günümüz büyükelçiliklerinde olduğu gibi) Savaşarak aldığımız toprakları masa başında verdik sözü belki de bu yüzden karşımıza çıkar.

Yabancı anıt ve mezarlıkları 1924 – 1925 yılları arasında biter. Ama akıllarda şu soru işareti vardır. Acaba bu anıt ve mezarlar ne kadar güvende, bunlara zarar verilir mi? Savaştıkları ülkenin topraklarında bıraktıkları oğullarının mezarları ailelerinin aklına sürekli gelmekte ve zarar verilebileceği endişesini duymaktaydılar.

Tabii ki bizler inanç, kültür ve adetlerimiz gereği mezarlara zarar vermeyiz; mezarlar bizim için kutsaldır, hele ki bir de savaş mezarları yani ülkesi için canını verenlerin mezarları... Biz bunu biliyoruz.

Ama bizim bu inancımızı, kültürümüzü ya da düşündükleri gibi olmadığımızı onlar bilmiyorlardı. Biz kendimizi anlatmalıydık ama nasıl?

O dönemde bir fırsat geçiyor elimize. 1934 yılında Cesarettepe’de açılacak olan Mehmetçik Anıtı. Başta yabancı basın mensupları olmak üzere yabancı temsilcilikler de bu anıtın açılışına davet edilir. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, ATATÜRK’ün o meşhur sözlerini açılışta okur.

Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar...

Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Bu sözler yabancı ülkelerde de duyulunca şöyle bir düşünce ortaya çıkar: “Düşmanı için bile bu kadar dostane sözler söyleyen bir ülke , mezara veya anıta zarar vermez.” İşte bu dostane sözlerle ailelerin taşıdığı endişe giderildiği gibi aslında Türk Milletinin nasıl bir düşünce ve inanca sahip olduğu da tüm Dünyaya duyurulmuş olur. Şu anda kimseyi bir anıta zarar verirken göremezsiniz, her zaman düzenli ve bakımlıdır. Tabii ki CWGC’nin çalışmaları bu bakımlı görüntünün en büyük parçasıdır.

Bizim anıt ve şehitliklerimiz de kimisi yakın zamanda yapılan, kimisi 30 – 40 yıllık, kimisi savaş döneminden kalan en az yabancılarınki kadar bakımlıdır. Burada karşımıza çıkan Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı ve CWGC arasındaki tatlı rekabet ve bunun sonucunda iki tarafın da anıt, mezarlık ve şehitliklerinin bakımlı oluşudur ve kazanan alanın kendisi olmuştur.

Bizim ziyaretçilerimiz alanı gezerken ilk başta biraz hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü yabancıların mezarlıkları gerçek iken bizimkiler genellikle temsilidir. Mezarların üzerinde yürümek inancımızda ve kültürümüzde doğru bulunmadığından gerçek şehitliklerimiz temsili bölümün 20 – 25 metre dışındadır. Dolayısıyla savaşların geçtiği yerlerde ve cephe gerisinde dalgalanan bayrağı görürsek o bize gerçek şehitliği işaret eder.

Yabancılar aradıkları mezarları çok kolay bulurken, biz bulamıyoruz.” sözleri de aslında gerçeği pek yansıtmaz. Çünkü işgal kuvvetleri savaş boyunca toplam 36.000 ölü vermişlerdir. Ama şu anda savaş alanındaki mezarlıklarında 21.000 mezar bulunurken, bunların sadece 9.000 kişinin kimliği tespit edilebilmiştir. 36.000 ölü, 21.000 mezar; peki 14.000’i nerede? Bazıları denize gömülmüş, bazıları hala kayıp. Belki de bizim şehitlerimiz gibi arazide herhangi bir yerde yatmaktalar.

Bir yabancı mezarlığına gittiğiniz zaman gördüğünüz her mezar taşı gerçekten o askerin yattığı yeri göstermeyebilir. Bizim şehitliklerimizde isimler duvara yazılmıştır, onlar ise duvara yazmaktansa, bazıları için ayrı bir mezar taşı yaparak üzerine “Bu mezarlıkta gömüldüğüne inanılmaktadır.” diye yazarlar.

Şehitler Abidemizin hemen yanında yer alan Fransız Anııt ve Mezarlığı’nı da unutmamak gerek. Savaş döneminden itibaren kullanılmaya başlanan, yaklaşık 2.200 tekli mezar ve 3.000’er kişilik 4 toplu mezar olmak üzere 14.200 mezar bulunmaktadır. Şu an bu mezarlığa gittiğinizde 2015 yılında yapılan bir çalışma sonucu kimin Müslüman, kimin Musevi, kimin Hristiyan olduğu ayırt edilebilir. 2015 öncesi hepsinde haç bulunmaktaydı.

İngiliz Milletler Topluluğu Savaş Mezarlıkları Komisyonu, 31 büyük mezarlığının dışında Seddülbahir’de tek başına duran sadece bir kişiye ait mezar da bulunur. Charles Doughty Wylie’ye ait olan bu mezar 26 Nisan’da Seddülbahir’in ele geçirilmesinde önemli rol oynayan bir subaya aittir ve aynı gün içerisinde de öldürülmüştür. Uzun yıllar Osmanlı Devleti’nde maslahatgüzarlık yapan bu subay, dilimizi çok iyi konuşan, ordumuz içerisinde arkadaşları olan ve belki de bu kadar rakip içerisinde bize en dost olan kişidir.

Bu subayın mezarını ilginç yapan diğer bir detay da savaş sırasında mezarını ziyaret eden bir bayanla ilgilidir. Bu bayanla ilgili tarihçiler arasında bir fikir ayrılığı vardır. Bazıları bu bayanın eşi Lilian Wylie olduğunu söylerken, bazıları da bu bayan olsa olsa Gertrude Margaret Lowthian Bell’dir der. Gertrude Bell, Ortadoğuda Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtan casustur ve aralarındaki dostluk aşka dönüşmüştür. Sevgilisinin burada öldüğünü öğrenince de ziyaret etmiş olabilir. Nicole Kidman’ı "Çöl Kraliçesi" filminde bu karakterle görmeniz mümkün.

İlginç bir mezar da bir ata ait olandır. I. Dünya Savaşı’nda görev yapmış, yüzbinlerce at her zaman büyük bir saygıyla anılmıştır. Çanakkale’de de bir at bu saygıyı hakedecek kadar iyi işler çıkarmıştır. İsmi Bill. Oldukça hırçın, kimsenin kolaylıkla üzerine binemediği bu at savaş alanından kurtardığı yaralılarla hatırlanır. Savaş sonrası Mısır’a gönderilir, sonrasında tekrar Çanakkale’ye getirilip burada mezarların yapımı sırasında taşıma işlerinde çalışır ve 1924 yılında ölür. Mezarı CWGC’nin şantiyesinin yanındadır.

Görüldüğü üzere şehitliklerimiz, yabancı mezarlık ve anıtları ile beraber iç içedir. Bu tarih başlarda kanlı savaşlarla başlamışken, ilerleyen süreçte karşılıklı iyi niyetli söylemler ve çalışmalarla beraber yerini dostluğa bırakmıştır.

Unutulmamalıdır ki nasıl bu topraklarda yabancıların anıt ve mezarlıkları var; bizim de Dünya’nın 40’a yakın ülkesinde anıt ve şehitliğimiz bulunmaktadır. Savaşlarda yapılan hataların neticesinde kaybedilen canların Dünya’nın her yerindeki mezarlarda huzur içinde uyumaları dileğiyle...

 

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.