Ayasofya'nın Tarihi, Mimarisi ve Yapım Aşamaları

Bir Roma Bazilikası: Hagia Sophia

Bir Roma Bazilikası: Hagia Sophia

Ayasofya - Hagia Sophia diğer adı ile “Kutsal Bilgelik” Bazilikası; Ayasofya'nın tarihçesi, mimari özellikleri ve yapım aşamaları nelerdir?

Hagia Sophia diğer adı ile “Kutsal Bilgelik” Bazilikası, İmparator Justianian’ın Doğu Roma İmparatorluğu’na kazandırdığı en büyük mimari değerdir.

Hagia Sophia, üç kez aynı noktada yapılmasına karşın önceki iki kilise Bizans İmparatorluğu’nun Hristiyanlığın merkezi olduğunu gösteren yapılar olsalar da son yapılan Hagia Sophia kadar gösterişli değildiler.

Öncelikle mimari terim olarak Bazilika terimi üç anlam taşımaktadır

1- İçi, ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere iki sıra sütunla üç salona ayrılmış, dikdörtgen biçiminde büyük kilise.

2- Kral sarayı.

3- Dikdörtgen biçiminde, uç kısmında yarım çembere benzeyen bir çıkıntısı olan Roma mahkemesi.

Daha sonra üç ayrı zaman diliminde yapılan Hagia Sophia mabetlerinin önemini daha iyi anlamak için, Doğu Roma İmparatorluk Tarihine ve Hristiyanlığın resmi din haline nasıl geldiğine bakarak ancak açıklayabiliriz.

Hristiyanlık öncesi, Pagan Roma İmparatorluğu’nun başkenti Roma’dır. MS. 33’te Hz. İsa’nın çarmıha gerilip Pagan Romalılar tarafından öldürülmesi sonrasında, Hz. İsa’nın havarileri özellikle Roma İmparatorluğu’nun şehirlerinde misyonerlik yaparak Hristiyanlığı yaymaya çalışırlar.

Çok tanrılı dine sahip ve baskıcı Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve kültürel yapısına uymayan Hristiyanlık yasak bir din olarak kabul edilir. Erken Hristiyanlar bu baskılar nedeniyle yaklaşık üç yüz yıl boyunca farklı Roma imparatorlarının baskısı altında işkencelere maruz kalırlar.

Bu baskının doruk noktası M.S 284 – 305 tarihleri arasında İmparator olan Diocletian zamanında olur.

Bugünkü İzmit bölgesinde yer alan Nicomedia adlı şehirde yaşayan İmparatorluğu yöneten Diocletian öldükten sonra varisler arasında amansız bir iktidar mücadelesi başlar. Rekabet halinde olan dört komutan kendi aralarında mücadeleye girişerek iç savaş başlatırlar. 

Diğer rakiplerine üstünlük sağlayan Büyük Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun tahtına geçer. Konstantin Hristiyanlığa karşı ılımlı bir komutandır ve Konstantin’in krallığı üstlenmesi ile birlikte Hristiyanlar yaklaşık 300 yıl süren Pagan Romanın baskı ve işkencesinden kurtulur.

Pagan: Çok tanrılı dinlere inanan kişilere verilen genel ad.

İmparator Konstantin ardından Roma İmparatorluğu’nun başkentini Roma yerine günümüzde Tarihi Yarımada ya da Sultanahmet olarak bilinen bölgeyi Byzantium ilan eder.

Boğazlar ve Haliç kıyılarında bulunması nedeniyle doğal bir yarımada olan kent coğrafi konumu nedeniyle daha güçlü bir şekilde savunulabilir olmasının yanı sıra Doğu ile Batı arası stratejik olarak da merkezi bir konuma sahiptir.

Daha sonra adı “Doğu Roma” olacak olan Hristiyan Roma’nın ilk tohumlarını atan Büyük Konstantin M.S 330 yılında Büyük Roma İmparatorluğu’nun başkentini Byzantion’a taşır ve kentin adını “Nova Roma” yani Yeni Roma koyar. Büyük Konstantin’in ölümünden sonra yaşayan halk kentlerine, “Konstantin’in şehri” anlamında, “Konstantinopolis” ismini verirler.

Not: İstanbul’un 4 imparatorluk kronolojisi:

Roma İmparatorluğu (330–395), 

Bizans İmparatorluğu (395–1204 ve 1261–1453), 

Latin İmparatorluğu (1204–1261),

Osmanlı İmparatorluğu (1453–1922).

Ve bu kronolojik bilgilerin ışığında ilerlersek ilk Hagia Sophia, MS 360 da “Megale Ekklesia” adıyla Hristiyanlığın başkenti olmak unvanına yakışır bir görünümle, İlk Doğu Roma imparatoru Büyük Konstantin tarafından inşa ettirilmiştir.

İlk kilisenin bulunduğu alan, tahminen Hagia Irene müzesinin sol arka tarafında hemen Topkapı Sarayı’nın dış surlarının olduğu yer olarak var sayılır. Tamamen yıkılan ve yok olan ilk kiliseden bugüne miras kalan herhangi kalıntı yoktur diye bilinmektedir.

Büyük Konstantin’in ilk kilisesi, Hristiyan kentin ana sembolü olsa da bazı tarihçilere göre Büyük Konstantin’in aslında hiçbir zaman gerçek anlamda bir Hristiyan olmadığı öne sürülür.

Pagan olarak öldüğü ve onun yerine geçen varisi Hristiyanlığı resmi din kabul eden imparator Thedisosus’un gerçek bir Hristiyan kral olarak yaşadığı ve öldüğü kabul edilir.

Eğer Konstantin Hristiyanlığı serbest bırakıp, Teodosios da resmi din olarak ilan etmemiş olsaydı büyük olasılıkla, bu din çağdaşı diğer din ve inançlar arasında asimile olacak ve tarihteki etkinliğini kaybedecekti. Hristiyanların nefes alması, özgürce inançlarını yaşaması, gelişmesi Doğu Roma (Bizans) imparatorluğu sayesindedir.

Büyük Konstantin’in ilk kilisesi, 404 yılında İmparator Arkadios’un karısı İmparatoriçe Eudoksia ile İstanbul Patriği İoannes Chrysostomos arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucu sürgüne gönderilmesi sebebiyle halkın isyanına dönüşür ve kilise de bu çatışmalar sonucunda harabeye döner.

Tamamen ahşap çatılı, bazilika planlı ilk kiliseden sonra, bu kez İmparator II. Theodosios, 415 yılında beş nefli, yine ahşap çatılı, bazilika planlı ikinci kiliseyi aynı alana yaptırır.

Bugünkü Ayasofya atrium denilen avludaki ikinci kilise kalıntılarına bakınca; ikinci inşa edilen kilisenin mermer ve taş ağırlıklı yapıldığı izlenimine kapılıyoruz. Belki de önceki acı yangın tecrübesinden dolayı yenisini planlayanlar taş ağırlıklı bir kilise yapmaya yönelmiş olabilirler.

Theodosios döneminde Doğu Roma İmparatorluğu, Neo Roma’ya dünyanın farklı topraklarından gemiler aracılıyla obelisk veya yılanlı sütün gibi eserler taşıdılar ve tüm eserleri 100 bin kişilik Hipodrom’da sergileyerek bir anlamda güç gösterisi yaptılar.

Hipodrom diğer adıyla “at meydanı” başkentin sosyal buluşma noktasıdır. Tüm eğlenceler başta araba yarışları olmak üzere burada düzenlenmektedir.

İmparator Septemus Severus tarafından 3.yüzyılda yaptırılmış olan Hipodrom, Roma imparatorluğundan kalan en büyük miraslardan biri olup dünyanın en büyük oturma kapasitesine sahip olan toplanma alanlarından biridir.

İmparatorların, dönemin rakip grupları maviler ve yeşiller arasında gerçekleşen arabalı at yarışlarını izlediği yer hipodromda “Kathisma” denilen bir imparatorluk locası bulunurdu ve bu loca şu anda Sultanahmet Camisi’nin dış duvarında durmaktadır.

Bu devasa alan, Bizans tarihinin en büyük ayaklanmalarından olan Nika yani Nike Ayaklanmasına sahne olmuştur. İsyan çıkartan halkın Nika yani zafer tanrıçasına atfen bağırmalarından dolayı Paganların Hristiyanlara karşı çıkarılmış bir ayaklanma olduğu rivayet edilir.

Aslen Nika Ayaklanması, dönemin güçlü kralı ve ağır kanun ile vergiler uygulayan imparator Justianian ve imparatoriçe Theodore’e karşı yapılmıştır.

Tahtın kanlı bir ayaklanma ile elden gideceğini fark eden Justianian, Theodore’nin baskısıyla kentten kaçmayarak mücadele etmiş ve hipodromun içindeki yaklaşık 30 bin isyancıyı köşeye sıkıştırıp tarihin en kanlı katliamlarından birini gerçekleştirerek tahtını korumuştur.

Ama arkasındaki gizli kahraman geçmişinde bir sokak dansçısı olan İmparatoriçe Theodore’dir ve gücün gizli hâkimi olduğu da varsayılır.

Sonuç olarak başkentin ikinci Ayasofya’sı, MS. 531’de Doğu Roma tarihinin en kanlı isyanlarından biri olan Nika İsyanında, kentin pek çok anıtsal binasının da tahrip edilip yakıldığı bu dönemde, kullanılamaz hale getirilir.

Justinianus isyanı kanlı biçimde bastırdıktan sonra, birinci ve ikinci kiliselerin bulunduğu alana günümüzde müze olan Ayasofya’yı, özel olarak başkentine çağırdığı çağın en ünlü iki matematikçisi ve fizikçisi olan Miletos (Miletos)’lu Isidorus ve Tralles’li (Aydın) Anthemios’a inşa ettirir.

Justinianus inşaat başlamadan hemen önce iki mimarını huzuruna çağırır ve planından söz eder. Antemius ve İsidorus imparatorun çılgın planını inceledikten sonra bu mabedin yapılmasının olanaksız olduğu konusundaki fikirlerini belirtirler ama İmparator kararlıdır. Bu mabet onun isteği doğrultusunda yapılacaktır.

Üçüncü bazilika kilise, bulunduğu kısıtlı mimari bilgisi ve inşaat tekniği olanaklarına rağmen 5 yıl 10 ay 10 gün gibi dünya rekoru denilebilecek bir zaman diliminde M.S. 537 yılında tamamlanır.  

İmparatorluk sınırlarında bulunan taş ve mermer ocaklarından getirilen malzemeler ve devşirme denilen tapınak parçaları ve sütunları ile yapılan yeni kilise Yunan ve Roma mimarisinin güzel bir mimari birleşimi olacaktır.

Üçüncü bazilika olan şu anki Ayasofya inşa edildiğinde, Mısır piramitleri dışında dünya üzerindeki en devasa binaydı ve yaklaşık 1000 yıl boyunca bu rakipsizliği devam etti.

İçeri girince havada asılı şekilde duruyor hissi veren kubbesi tam bin yıl boyunca dünyadaki en geniş ve yüksek kubbe olarak kabul edildi.

Özellikle Rodos adasından getirilen terakota kızıl toprakla yapılan imparator mühürlü tuğlalar halen Ayasofya’nın en değerli parçalarını oluşturur.

İki ünlü mimar önderliğinde inşaat sürecinde binden fazla üstün özellikli usta ve on binden fazla vasıfsız işçinin çalıştığı tahmin edilmektedir.

Yunan ve Roma mimarisinin ve sanatının güzel bir sentezi olan eser aynı zamanda çağının ve uzun yıllar boyunca tarihin gördüğü en büyük ve en görkemli yapılardan biri, hatta başlıcası olarak varlığını sürdürür.

Ayasofya’nın yapımına 23 Şubat 532 tarihinde başlandı ve kilise 27 Aralık 537 tarihinde ibadete açıldı.

Devasa katedralin, resmi olarak açılışı yapıldığında bir söylenceye göre İmparator Justinianus, Kudüs’teki Hz. Süleyman’ın tapınağına gönderme yaparak  “Seni Yendim Salomon” der. 

Üçüncü Bazilikanın Mucizevi Planlaması

Ayasofya’yı mimari olarak erişilmez kılan ana özellik, dikdörtgen şekilde yapılan bir bazilikanın üzerine bir kubbenin yapılması girişimi idi. Bu plan imparator için erişilmez olmak adına çok önemliydi. Peki imkânsız olacak gibi görünen bu kilise nasıl yapılacaktı?

İlk etapta mimarların fiziki olarak devasa ana kubbeyi taşıyabilecek dört taşıyıcı temel kemerler inşa etmesi gerekiyordu.

Ama ortada bir geometri sorunu vardı, yuvarlak kubbe dörtgen şeklinde binaya yerleşince kenarlar boşluk kalacaktı kısacası temel dikdörtgen kubbe yuvarlaktı. Bu durum kubbenin statik olarak güvenli olmasını imkânsız kılıyordu.

Fizik ve matematik dehası mimarların öncü teorisiyle, kemerleri boş olan kısımlarına, ters üçgen şeklinde tuğla duvarlar (pandantifler) inşa edildi ve kubbenin dikdörtgen temel üzerine oturması için güvenli bir zemin sağlandı ama bu kez başka bir sorun daha ortaya çıktı.

Kubbenin özgül ağırlığı ve yerçekiminin de kuvvetiyle ana kubbe, fiziki olarak kendisini taşıyan merkezi kemerleri dışa doğu baskı yaparak itecekti ve bu fiziki baskı mabedin ömrünü kısaltan nedenlerden biri olabilirdi. Yapılması gereken tek şey, merkezi kubbeyi taşıyan kemerlerin kuvvetlendirilmesi olmalıydı.

Bu sorunu çözmenin tek yolu, kuzey ve güney kemerleri ana yarım kubbelerle desteklemekti.

Ayrıca her bir yarım kubbenin üç yarım kubbeyle desteklenmesi yöntemi de binanın bütününe yoğunlaşacak olan basıncı azaltacaktı ve kubbe sanki gökyüzünde asılı ve ulaşılmaz bir yerde gibi duracaktı.

Fakat merkezi ibadet alanının (Naosun) dikdörtgen biçiminde olması istenildiği için doğu ve batı kemerlerinin yarım kubbelerle desteklenmesi olanaksızdı.

Acilen fiziki planlama yenilendi ve mabedin doğu ve batı tarafındaki koridorlarda, ana kemerlere, 90 derece harici kemerler ekleyerek koridorların taşıyıcı görevi görmesi sağlanacaktı.

Hagia Sophia’nın Mimarisinde Sembolik Anlamlar

Tüm bu mimari denemelerden sonra şu soru aklımıza gelebilir;

Neden İmparator Justinian, bu mabedi yaptırırken dikdörtgen bir yapı üzerine devasa bir kubbe ekleme konusunda ısrar etmiştir?

Ayasofya, yapılma aşamasındaki inanılmaz denemeler dışında teolojik ve siyasi olarak çok güçlü sembolik felsefeler içerir.

Mimaride yaratmak istenilen bu sembolik anlayışı politik sembolizm ve teolojik sembolizm olarak ikiye ayırmak mümkündür.

1- Ayasofya’da nasıl bir politik sembolizm yaratılmıştır?

Ayasofya’nın inşasındaki dünyevi sembolizm çok önemlidir. Mabedin dikdörtgen olup üstünde kubbe olmasının çok önemli bir politik ve dünyasal sembolik özelliği vardır.

Bazı tarihçilere göre dikdörtgen olarak imar edilmesinin nedeni Hz. Süleyman Tapınağı’na öykünmek olabilir Ayrıca Hristiyanlıktaki ilk inşa edilen kiliseler dikdörtgen bazilikalar olarak planlanıyorlardı.

Kubbe yapımı Pagan Roma döneminde de çok sık kullanılan bir mimari biçimdi.

Bu kubbeli mimariye en önemli örnek Pagan Roma imparatorluğu döneminde Roma’da yapılmış olan Pantheon Tapınağı idi.

Hagia Sophia bu bağlamda Yahudilikteki dikdörtgen anlayış ile Roma’daki pagan anlayışın mimarideki sentezidir.

Ayasofya Hristiyanlık tarafından inşa edilen aslında yeni bir Pantheon olmuştur.

Bazı araştırmacılar, Hz. Süleyman Tapınağı ile Ayasofya mimarisi arasında ilginç mimari benzerlikler bulunduğunu ifade ederler.

Süleyman Tapınağı’nın temel bir planı vardı:

Kudüs’teki Süleyman tapınağının üç aşamalı bir mimari oluşumu vardı.

1-Dış avlu  (Kadınlar Avlusu),

2-Kutsal Alan

3-En Kutsal Alan.

Dış bölüm yani Roma mimarisinde Atrium denilen alan ibadete gelen herkesin bulunabileceği bölgeydi. 

Kutsal Alan pagan rahiplerin ritüeller, ibadetler, kurban ve sunu için hazırlıklar yaptığı alanlardı.

Kudüs’teki Süleyman Tapınağının en önemli noktası olan, en kutsal alan ise herkese kapalıydı; Çünkü inanca göre yaratıcının kutsal ruhunun bulunduğu yerdi. O alanı senede bir kez sadece Baş Rahip, tanrıdan günahlarının affını dilemek için kullanabilirdi.

Bizans’ın kutsal mabedi Ayasofya da bu şekilde üç ana bölgeden oluşuyordu.

Atriumdan sonraki ilk kapıdan girince sırasıyla;

Dış Narteks, İç Narteks ve dev kubbe altında Naos (En Kutsal Alan)

2- Ayasofya’nın Dinsel Sembolizmi:

Kubbeye baktığımızda yuvarlak bir geometrik şekil görürüz ve bu daire şeklindeki kubbe, tanrının sonsuzluğu, ölümsüzlüğü sembolize eder.

Kare ya da dikdörtgen yapı şekli, günah ve sevap arasındaki yarışmayı ve sınırları sembolize eder. Yine bu mistik sembolizmin Süleyman Tapınağı’ndan kaynaklandığı ileri sürülür.

İnanca göre Kudüs’teki Süleyman Tapınağı, yaratıcının Kutsal Ruhunun yer aldığı ve Tanrı’nın yarattıkları ile bir arada yaşadığı ve bu bağlamda yerin ve göğün birleştiği bir arada huzur bulduğu bir yerdi.

Adem ile Havva’nın yasak elmayı yediği ve cennetten kovulması ile gerçekleşen ilk günah ile birlikte yaratıcı ve yaratılan insan sembolik olarak da Yer ve Gök arasında bir ayrışma oldu.

Ayasofya’da sembolik mimari anlayışı olarak yaratmak istenilen değişmeceli anlayış bu olmalı yani göğün ve yerin buluştuğu yer olması açısından kutsal mabet önemli bir sembolizm içerir.

İlk yapılan kubbenin tam ortasında Hz. İsa’nın “pantokrator” yani inançlarının temel esası olan “Tanrının oğlu” ünvanlıyla tahtından aşağı baktığı bir mozaik vardır.

Dev yuvarlak kubbenin kemerlerle birleştiği üçgen pandantifler üzerinde kök boya ile çizilmiş şekilde Serafim melekleri yer alır. Sanki kubbenin tüm ağırlığını taşır, Ayasofya’nın manevi koruyucuları gibi görünürler. Serafim melekler, altı kanatlı ilahi kutsal yaratıklardır.

Tanrı’ya en yakın kutsal melekler olmaları dolayısıyla, Yaratıcının dayanılmaz kutsal nuru karşısında iki kanatlarıyla ayaklarını saklarken, diğer dört kanatlarıyla da yüzlerini kapatırlardı.

Hristiyanlık mimarisinde kiliselerde altarın olduğu yere Apsis adı verilir ve bu alan kilisenin en kutsal ibadet bölgesidir.

Bu bölge gerek Katolik, Ortodoks, gerekse Anglikan tarikatları kiliselerinde doğuyu gösterir.

Ayasofya ise bu yönüyle de çok değişik bir mabettir.

Ayasofya’nın Altar’ı yani Apsisi güneye yani Kudüs yönüne bakar.

Çünkü Ayasofya, Hz Süleyman’ın tapınağından sonra yapılan en kutsal tapınak olması nedeniyle apsisi Kudüs’e doğru yapılmıştır.

Tüm bu anlatımlardan yola çıkararak bir rivayete göre 27 Aralık 537 tarihinde İmparator Justinian, kutsal kilisenin açılış töreninde görkemli binanın İmparatorluk kapısında durur ve şöyle der:

“Ey Süleyman! Seni geçtim!”  der. Bu bir rivayettir ama Bizans imparatorunun Kudüs’teki yıkılmış olan mabet ile de bir yarış içinde olduğu da bir gerçektir.

Üst Galeri:

Ayasofya da kadın ve erkek ayrı şekilde oturarak ibadet ederlerdi ve galeri denilen ikinci kat bu yüzden imar edilmiştir.

Kutsal günlerde erkek müritler ayin sırasında alt kattaki naos denilen merkez ibadet alanında bulunurken; kadınlar üst kata çıkarlardı.

Üst galeriye merdiven yerine dik ve spiral bir rampa ile çıkılırdı. Bu rampanın iki ana amacı vardı:

İlk amaç imar sırasında taş ve mermerleri, el arabalarıyla en kolay yoldan üst kata ulaştırarak insan gücünden ve zamandan kazanmaktı.

İkincisi amaç ise imparatoriçe ve soylu ailelerden gelen kadınları tahtırevanlarla taşıyarak üst kata kolaylıkla çıkabilmelerini sağlamaktır.

Üst kattaki en önemli alanlardan biri de Sinodların yani dini liderlerin toplandığı bölümdür. Bu bölüme mermer antik bir kapıdan girilir ve inanca göre bu kapıdan geçen herkesin tüm günahları tanrı tarafından silinir.

Ruhban sınıfınız İsa, İncil ve Hristiyanlık hakkında teolojik kararların alındığı ve tartışıldığı çok önemli bir kutsal alandır.

Sinod bölümü de Ayasofya’ya ait en güzel mozaiklerin ve önemli tarihi eserlerin bulunduğu bir alandır.

Üst kat ve Ayasofya’nın kilise, cami ve müze dönemlerine ait diğer önemli konuları yazımızın ikinci bölümünde işlemeyi planlıyoruz. Okuduğunuz için teşekkür ederim ikinci bölümde görüşmek üzere…

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.