Meram Şehir ve Yaşam Kültürü Müzesi'nde, 1950’lere kadar Meram’da yaşamış bir ailenin gündelik hayatını ve unutulmaya yüz tutmuş gelenekleri keşfedin!
Burası Meram Belediyesi tarafından 2023 yılında hayata geçirilen, Meram Şehir ve Yaşam Kültürü Müzesi. Burada, 1950’li yıllara kadar Meram’da yaşayan bir ailenin gündelik ve sosyal hayatı konu edilmiştir.
1950 yılına kadar meram ahalisinin müstakil bir evi ve evin gıda ihtiyaçlarının çoğunun karşılandığı bağ ve bahçesi vardı. Hatta bu tarihlere kadar, şehir merkezinde iş yeri ve evi olan aileler dahi yılın en az yarısını Meram’daki bağlarında geçirirlerdi.
Meram Şehir ve Yaşam Kültürü Müzesi’nde birbirine bağlı üç otantik alan bulunmaktadır. Bunlar; avlu, girişin sağında ve solunda bulunan evler ve deneyim alanlarının da yer aldığı bağ ve bahçedir.
Şuanki avluya geleneksel meram kültüründe HAYAT olarak adlandırılmaktadır. Çünkü insanlar yaşamlarının büyük bir kısmını, şimdiki gibi sokakta, iş yerinde, eğlence ve alışveriş merkezlerinde yahut eğitim kurumlarında değil buralarda geçirirlerdi.
Hayat, ev hanımlarının gündelik işlerinin büyük bir kısmını tamamladığı, çocukların oyun ve eğlence yeri, konu komşu yahut misafirlerle birlikte gerçekleştirilen toplu geleneklerin, örflerin, adetlerin yaşatıldığı alandı.
Mesela; pekmez için üzümün suyu burada alınır, burada kaynatılırdı. Kurban bu avluda kesilir ve pay edilirdi. Kadınlar yaz ve kış hazırlıklarını burada yaparlardı. Kına, söz, düğün gibi davetler burada gerçekleştirilirdi.
Bu müzedeki “Hayat”, geleneksel işlevine uygun şekilde etkinliklerle canlı tutulmaya çalışılıyor. Dileyenler için, kına gecesi, çetnevir, Konya pilavı, Konya Baranası gibi davetlere müsaade edilerek geleneksel adetleri yaşamaları ve yaşatmaları sağlanıyor.
Ayrıca gerçekleştirilen söyleşi, barana ve butik pazarlarla semt kültürü diri tutuluyor. Etkinlikler, müzenin internet sitesinde bulunan “etkinlik takvimi” sekmesinden takip edilebiliyor.
Aslında geleneksel meram mimarisinde iki ev bir arada çok nadir görülür. Burada şehir ve yaşam kültürünü anlatabilmek için bu iki ev bir arada düzenlenmiştir. Birinde özel hayata, diğerinde ise toplumsal adetlere yer verilmiştir. Haydi gelin; geleneksel ev içi yaşamın sergilendiği bu evde birlikte gezmeye başlayalım.
Giriş Ücretleri ve Ziyaret Saatleri
Meram Şehir ve Yaşam Kültürü Müzesi’nde Müzekart geçerli değildir. Ücret her yıl değişiklik göstermekte olup 65 yaş üstü kişilere, öğrencilere ve engelli kartı olanlara indirim uygulanmaktadır. 0-6 yaş arası çocuklar ücretsizdir.
Müze Pazartesi günleri haricinde açıktır. Ziyaret saatleri ise sabah 09:30 ile 17:30 arasındadır.
Meram Şehir ve Yaşam Kültürü Müzesi Gezisi
Gündelik hayatın belli vakitlerinin geçtiği, misafirlerin ağırlandığı odaya sofa ya da SELAMLIK adı verilir. Geleneksel mimaride sofa ve selamlık, benzer işlevleri anlatmak için kullanılır. Bu oda ve evlerimizdeki tüm odalarda bulunan dolap ve niş modelleri kentsel dönüşüm öncesi belgelenmiş Geleneksel Konya Evlerinin kayıtlarına uyularak yeniden üretilmiştir.
Evlerin içinde bugünkü gibi elektrik ve ısıtma tesisatı olmadığı gibi; tuvalet, banyo, mutfak ve bunlar için gerekli su ve su gideri tesisatı da bulunmazdı. Bu evin bir bölümünde akşam namazı için abdest alan aile reisini ve onun abdest almasına yardım eden eşini görmekteyiz.
Selamlıkta bulunan sedir, minder, yastık, halı, perde, aydınlatma ve ısıtma aletleri dönemin orijinal malzemeleridir. Odada bulunan halılar, Sille Halısı olup üzerinde desen “Beş Göbek” diye tabir edilmektedir. Perdeler, eski sandık işlemesi deseni alınarak pamuklu kumaş üzerine, elde sarma tekniği ile üretilmiştir. Sedir ve yer minderleri içinde orijinal yün kullanılmıştır. Duvar yastıkları geleneksel cicim el dokumasıdır. Üzerlerindeki örtülere dolama adı verilir. Perdedeki gibi sandıktan alınan örnek desen işlenmiştir. Yine kırlentlere pamuklu kumaş üzerine elde sarma tekniği ile desen çalışılmıştır. Köşe yastığı ise parça kumaşlar değerlendirilerek kırlent haline getirilip içi yün ile doldurulmuştur.
Geleneksel ev içi yaşama göz attık. Şimdi Meramın hikayesine en özel andan, düğünden giriş yapalım. Buyurun. Üst kata çıkalım.
Burası ZİFAF ODASI. Müzede hikâye düğün ile başlıyor.
Meram düğünlerinde oğlan evinin pilav dökmesi olmazsa olmazlardandır. Şimdilerde yemek fabrikalarına veya düğün salonlarına yaptırılan düğün pilavları, eskiden tam bir mahalle dayanışmasının ürünüydü. Tandır ekmeğinin yapılmasından pirincin ayaklanmasına; kazan, kepçe, tas, tabak, kaşık ve büyük sofra sinilerinin tedarik edilmesinden yemek servisine ve bulaşıkların yıkanmasına kadar her hizmete bütün komşular seferber olurlardı.
Düğün pilavı hazırlıkları düğünden bir gün önce başlardı. O günün akşamı düğün evinde hizmet edenlerle misafirlere etli tirit ikram edilir. Sabahında misafirlere ikrama başlamadan, geceden hazırlanan pilav ve diğer yemek kazanlarının sabah namazından çıkan cami cemaatince "kazan açma" merasimi gerçekleştirilir. Aşçı hazırladığı yemeklerden birer numuneyi sofraya konacak kaplarına alarak yanlarında kaşıklarla kazanı kapatan sinilerin üzerine koyardı. Cami imamının veya yetkin bir kişinin yaptığı duadan sonra hep birlikte bu yemeklerin tadına bakarlar. Bu sırada aşçının bahşişi unutulmazdı.
Kazanlar böylece açıldıktan sonra toyga çorbası, etli pilav, irmik helvası, bamya çorbası, pilav, zerde ve hoşaftan oluşan düğün pilavı ikramı başlardı.
Günümüzde Meram düğün pilavlarındaki en önemli değişiklik ette olmuştur. Meram'da geleneksel olarak pilavın üzerinde bütümet ikram edilirdi. Kuzu ön kol, arka but veya kaburga kısmının önce haşlanıp sonra kızartılmasıyla hazırlanan yemeğe bütümet denir. Gerek yapım zorluğu gerek maliyeti sebebiyle bu ikram kavurmaya dönüşmüş; hoşafın yerini de hazır meyve suları almıştır.
Düğün pilavı esnasında kız evinden pilava katılamayanlar unutulmaz; onlara da "Kapama" adıyla düğün yemeklerinden gönderilirdi.
Düğün günü sabahının erken saatlerinde yapılan diğer uygulamalar da “damat tıraşı” ile “gelin başı” yapımıdır. Tıraşını olan damada damatlıkları giydirilir. En son bir hoca veya yetkin bir kişi dua eşliğinde damadın ceketini giydirir. Bu arada yakınları damadın cebine bahşiş koyarlar. Günümüzde kuaför salonlarında yapılan gelin başı ve gelinlik uygulamaları geçmişte bu işte ustalaşmış kadınlar tarafından kız evinde gerçekleştirilirdi. Gelinliğini giyen kızın al kuşağı da dualar eşliğinde dedesi, babası veya erkek kardeşi tarafından bağlanır.
Gelin alma saati gelip çattığında özel olarak süslenmiş gelin faytonu ile kaynatanın da aralarında bulunduğu kortej kız evine varır. Kayınpeder/kaynata ya da onun vekili olarak bir aile büyüğü kız evine girerek emaneti almaya geldiklerini söyler. Bu arada gelin kızın kardeşleri yahut yakınları bir odaya kilitledikleri gelini bahşiş almadan çıkarmazlar. Kısa bir pazarlıktan sonra kaynata uygun bir bahşişi verdikten sonra gelini alır, elinden tutup dışarıda bekleyen gelin arabasına bindirir. Dua yapıldıktan sonra kız evine “Allahaısmarladık” denilir. Yolda gelin ve kaynatanın önü sık sık kesilerek bahşiş alınır.
Gelin yeni evine yine dua ve alkışlar arasında indirilir. Kapıda bekleyen damat ve sağdıç gelinin başı üzerinden bozuk para atarlar. Bu para uğurlu sayıldığından çocuklar kadar büyükler de hamle yapar. Daha önceleri gelinin başına, bereket olsun diye darı veya buğday da saçılırdı.
Kız, gelin olacağı eve indirilirken etrafına battaniye ve kilimler gerilir, damat gelinin koluna girerek gerdek odasına götürür. Buna Meram'da “Koltuğa girme” denir.
Damat yüz görümlüğünü vererek gelinin duvağını açtıktan sonra birlikte odadan çıkarlar. Orada bulunanların ellerini öptükten sonra damat sağdıçla birlikte ortadan kaybolur. Akşama kadar eve gelmezler. Gelin bir iskemleye oturtulur, gelini görmeye gelen kadınlara gelinin getirdiği dürü ve çeyizler gösterilir. Oğlan evinde kalan aile yakınlarıyla birlikte düğün pilavından kalan "Güveyi Katma Yemeği" yendikten sonra, erkekler topluca camiye yatsı namazına giderler. Damat ile sağdıç da camide namazlarını kıldıktan sonra hemen eve gelip, misafir ve cemaatin toplanmasını beklerler. Herkes toplanınca dualar eşliğinde damadın sırtı yumruklanarak gerdek odasına katılır. Buna “Güvey Katma” denir. Odada bulunan sağdıç hanımı gelinle damadı el ele tutuşturduktan sonra onları baş başa bırakıp odadan çıkar.
Size daha da eskilerin Meram’ından bir örf anlatayım. Gelini, gelini olduğu evin önünde elinde bir testi ile kayınvalidesi karşılarmış. Gelinin atı kapıya yanaştığında kaynana testiyi atın önüne fırlatırmış. Testiyi patlatan kaynana, geçip gelinin odasına otururmuş. Gelin, elini öpmeye gelirken üstüne bassın da koyun gibi yumuşak huylu olsun diye önüne bir koyun postu sererlermiş. Gelin gözü açık biri değil ise bu posta basar geçer, zeki biri ise postu kıvırarak koyun gibi olmayacağını gösterirmiş.
Meram’da gençler bu adetlerle dünya evine girerlerdi. Bu oda da yüz yıl önce nasıl ise o şekilde düzenlenmiştir. Yataktan halıya, çeyiz sandığından çeyiz çakma adetine kadar Meram’da Gelin-Damat odası bu şekilde olurdu. Nikahtan sonrası düğünden bir hafta önce kız evine sandık gönderilerek burada "yorgan kaplaması" yapılır. Bu vesileyle özellikle genç kızlar ve gelin, kız evinde eğlenirler. Oğlan evinden içine gelin kız için türlü hediyeler konularak kız evine gönderilen sandık kızın çeyizleriyle doldurulup gerisin geriye oğlan evine "çeyiz asma"ya götürülür.
“Ağırlık” da denilen bu son dürü de laf söz çok olur. Kızın çeyizi az görülürse: “Anası uyumuş, kızı büyümüş” denilerek hoşnutsuzluk aşikâr edilir. Sandıktan sonra oğlan ve kız evinden birer "hamam ustası" ayarlanıp iki tarafın genç kızla "gelin hamamı"na gider. Gelin yıkandıktan sonra saçları örülür. Düğünden önceki son akşam kız evinde kına, oğlan evinde zamah yapılır.
Daha sonra damatlar, zifaf gecesinin seherinde, sağdıç tarafından evinden alınır, gusül için hamama götürülürdü. Hamamda yıkanıp çıkan gençler buradan camiye giderek sabah namazlarını kılar, namaz çıkışı kız evine gidip kaynata ve kaynananın ellerini öperlerdi. Bu arada geline “El Öpmelik” hediyesi verilir. O gün öğleden sonra da “Yüz Açımı” yapılır. Bu esnada ev, gerek kız ve oğlan evinden gelenlerle gerekse komşuların akınıyla ana baba gününe döner. Misafirlerin karşısına gelinliğiyle çıkan gelin daha sonra bütün elbiselerini birer birer giyerek oradakilere adeta bir defile yapar.
Düğünden sonraki ilk perşembe günü “Kız Evi Daveti” yapılır. “Kara Yemek” takımı hazırlayan kız evi, oğlan evini yemeğe çağırır. Meramlıların Kara Yemek Takımından kasıtları, rengi koyu olan şu yemeklerin sırasıyla sofraya konmasıdır:
Yoğurt çorbası, bütümetli patlıcan veya patates, su böreği, baklava, ekşili bamya çorbası, karışık dolma, sütlaç, Karnıyarık veya akfasulye, erişte veya pirinç pilavı, üzüm veya kayısı hoşafı…
Damat davete giderken kayınvalidesine “Düğün esnasında çok gelip gittin; ayakkabın eskimiştir” anlamında bir ayakkabı hediyesi götürür. Kız ana babası, damada el öpmelik verir.
Bu davetin hemen ertesi günü yemekler artsa da artmasa da gelin ve damat kız evine artık yemeye giderler. Kız evinin bu davetini bir hafta sonra oğlan evi verir. Oğlan evi davetinin ardından artık yemeye gidilmez.
Bu davetlerin bitiminde “el öpme” ziyaretleri başlar. Gelinle damat, her iki taraftan aile büyüklerini evlerinde ziyaret ederek el öperler. Bu ziyaretler sırasında gelin ve damadın el öpmelik hediyeleri unutulmaz.
Düğünün kırk gün sonrasında yapılan "kırk hamamı" ile Meram'daki düğün tören ve uygulamaları son bulur.
Meramlı ailenin hikayesi mutlu bir düğün ile başlar. Sonrasında karşı odada başka bir mutlulukla devam eder. Evlilikten sonraki en büyük mutluluk… Elbetteki burası Meram’da doğum ve doğum adetlerini anlattığımız odadır.
Gelinin hamileliği anlaşıldıktan sonra, kız annesi ve kayınvalide hemen ön hazırlıklara başlardı. Her iki taraf anlaştıktan sonra doğacak çocuk için gerekli eşyaların hazırlığına girişirlerdi. Şimdi olduğu gibi mağazalardan alınmazdı. Kendi imkanları ile dikilir veya örülürdü. Çocuğa yatağı, yorganı, kundağı, zıbını, patiği, başlığı, bol miktarda da kaputtan çocuk bezi dikilir, ne lazımsa doğumdan önce özenle hazırlanırdı. Hele doğacak çocuk ilkse bu özen kat kat artardı.
Doğumundan itibaren bebekler için Konya’mızda, asırlardır yapıla gelen ancak bugünlerde unutulmaya yüz tutmuş bazı inançlar ve adetler vardı. Bebeğin doğumu kesinlikle evde belediye ebesi veya mahalle/semtin bu işte tecrübeli kadınları tarafından yapılırdı. Doğumevine, bakacak kimseleri olmayanları ve yabancıları yatırırlardı.
Gelinin annesi doğum anında kendisinin de bulunmasını istemişse, ona da haber gönderilirdi. Ya da doğumdan sonra kendisine haber gönderilerek bu hayırlı olay kendisine müjdelenirdi. Gelinin annesi, haber getirene müjde hediyesi olarak çember, çorap, mendil veya para verirdi.
Ebe hanım bahşiş almak için, kundaklı çocuğu öne babaannesinin kucağına verir. “Al bakalım babaannesi torunun elini öpsün” der ve oda alır. “Ömrü uzun olsun, Allah hayırlı etsin” der ve öper sever, ebe hanımın bahşişini çocuğun kundağına sokardı. Ebe hanım bu defa çocuğu alır, anneannesine verir aynı sözleri söylerdi. O da öper sever, uzun ömürler ve afiyetler dileyerek bahşişi kundağa sıkıştırırdı. Çocuğun dedeleri de bahşişi yastığın altına koyarlardı. Çocuğun doğumunu duyan akraba ve yakın komşular o gün tebrik için gelirlerdi. Yakın komşular o gün şekerle yapılmış paluze yahut muhallebi veya çorba gönderirlerdi. Bu iş 3-4 gün sürerdi.
İlk kutlamayı yapan komşular akrabalar arkadaşlar 3-5 gün sonra tekrar gelirlerdi. Bazı kişiler gerek çocuğa gerekse anasına bir şeyler getirmeyip yalnız “Göbek Parası” denilen bir bahşişi yastığın altına koyarlardı. Çocuğa ve annesine hediye getirenlerde az çok “Göbek Parası” vermeleri adettendi. Beş on gün sonra ise baklava, börek, lokum, süt, şeker, tas yoğurdu gibi yiyeceklerden birisiyle çocuk evini yoklamaları adettendi. Lohusanın bütün eline, bileğine kadar kına yakmakta adettendi. Eskiden erkek çocuk doğuran anaların başına kırmızı bir örtü (krep) bağlarlardı.
Çocuğa isim Konya işi ise ayrı bir törenle yapılırdı. Konya’da ailenin yaşça ve hatırca en büyüklerinden birinden çocuğa ad koymasını isterlerdi. Bazı ailelerde çocuğun anne veya babasından birisinin adı konurdu. Çocuğun akrabasından birinin adı konulmuş ise, ismi konulan bu kişi tarafından çocuk daha çok sevilirdi. Çocuk, dünyaya geldikten sonra ilk ezanla beraber büyükler tarafından bebeğin sağ kulağına ezan okunarak isim konulurdu.
Bebeği görmeye ve gözün aydın demeye gelenlerden akraba olanlar, bebeğin yattığı beşiğin yastığına altın paralar ve maşallahlar iğneler, komşulardan gelenler ise bebek giysileri, çocuk için örülen patik, takke, battaniye, hırka gibi armağanlar getirirlerdi. Anne için de oyalı çember, tarak, iç çamaşırı getirilirdi. Bazıları, annenin yastığının altına bir miktar para sokarlardı ki bu paralar toplanarak bebeğin bezlerini yıkayan kişiye verilirdi. Gelenlere lohusa şerbeti ikram edilirdi.
Çocuğun tek heceli kelimeleri çat-pat söylemeye başladığında çabuk söyleyebilmesi için “Ağız Açmak” denen bir adet vardı. Bir hanım çocuğu kucağına alır, bu hanıma yanındaki hanımlar “Ne yapıyorsun?” diye sorarlar. Kucağında çocuk olan hanım da bu soruya, çocuğun ismi diyelim ki Ahmet ise, “Ahmet'in ağzını açıyorum” diye cevap verir. Bu soru-cevap üç kere tekrar eder ve sonunda çocuğu tutan hanım, “Ağız açtım gül gibi, konuşsun bülbül gibi” diyerek çocuğu annesine verir.
Çocuk, emekleme devrini geçirip de yürüyecek bir zamana erişince, kolay yürümesi için çocuğu bir kimse kucağına alıp iki koltukları arasında tutarak kıbleye karşı döner ve üç defa; “Saldım selaya, yürüsün kıbleye” der, çocuğu yavaşça salıverirdi. Yürütme işi cuma günü salâ ile ezan arasında yapılırdı.
Diş çıkarmaya başladığı zaman çocuğun dişlerinin kolay çıkarması için “Diş Bulguru” denilen buğday haşlaması veya mısır haşlaması (Gölle) yapılır. Akraba ve komşular davet edilir. Gelenler çocuğun başından aşağı biraz bulgur döktükten sonra; bulguru veya gölleyi ceviz, badem ve diğer kuru yemişler yiyerek sohbet ederlerdi. Bu merasime Konya'da “Diş Bulguru Dökmek” denilirdi. İlk defa evlerinde ziyaret ettiği akraba veya komşuları, bebeğin yüzüne un sürerler, yumurta, soğan verirler, omuzuna mavi boncuk takarlar, kundağı arasına da bir miktar kâğıt para sokarlardı.
Çocuk diş dökmeye başladığında yerinden çıkan süt dişleri, evleri toprak damlı ise, “Koyunumuz, kuzumuz bol olsun” diye üç defa tekrar edilerek dama fırlatılırdı. Çatılı evlerde oturanlar da bu dökülen süt dişlerini akrabalarından veya yakın komşularından toprak damlı evi olanlara giderek, dişleri evin toprak damına atarlardı.
Başka bir odada beşikte uyumakta olan bebeğimizi ve annemizi görmekteyiz.
Bu binada bulunan son oda; evlilik, doğum derken şimdi de çocuğun sünnet adetlerine değineceğim. Bu odada sünnet geleneğine yer verilmektedir. Meram’da sünnet geleneği hem sünnet olan çocuk ve ailesi hem de konu komşu için kültür ve mirasın sürekliliğinin ifadesiydi.
Hem din hem de âdetten beslenen geleneklerden olan sünnet, Meram’daki en yaygın adettir. Sünnet geleneğinin yaptırımı, bu konuda bir karşı koyuşa ve tartışmaya meydan vermeyecek kadar güçlü olduğu için hiçbir çocuk sahibi anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmazdı.
Meram'da sünnet yaşı genellikle altı ila on yaş arasıdır. Sünnet yaşına gelen çocuğun sünnetine karar verildiği takdirde, annesi hemen ucundan kısıyından hazırlıklara başlar. Kız çeyizi düzer gibi bir telaş içine düşen çeyizi anne, öncelikle çocuğun sünnet entari ve takkesini hazırlar. Sünnet entarisi, burada gördüğünüz gibi düz beyaz bir patiskadan, ketenden veya naylon kumaşlardan dikilen ve önü açılabilen bir giysidir. Takke ise üzeri süslü ve önünde "Maşallah" yazılı sipersiz bir başlıktır. Ayrıca çocuğun sol omzundan geçirilen enli bir kurdele kıyafeti tamamlar. Çocuğa verilen para ve hediyeler bu kurdeleye iliştirilirdi.
Sünnet düğünü öncesi ev temizliği yapılıp, annenin çeyizi eli yatkın hısım akraba yahut bu işi meslek edinen kişiler tarafından çocuğun yatırılacağı odaya çakılarak sünnet odası ve yatağı hazırlanır. Bu çeyiz; yatak (karyola) takımı, havlu, seccade, kırlent, tiftikli çorap patik vs.den oluşmaktadır. Karyola takımının ortasına gazete kâğıdı doldurulup ip ile bağlanarak çeşitli şekiller verilir.
Meram'da sünnet düğünleri cumartesi ve pazar günü yapılır. Düğünden en geç üç beş gün önce dağıtılan davetiyelerle bütün hısım akraba ile konu komşu, eş dost sünnete davet edilir. Düğün yemeklerinin hazırlığı cuma günü inek ya da koyunların kesilmesiyle başlar. Hısım akraba ve komşular bir yandan eti hazırlarken bir yandan da pilav için pirinç ayıklarlar. Pirinç ayıklama işi eğlenceli bir şekilde şakalaşmalarla geçer. Daha evvelden tutulan aşçı cumartesi sabahı erkenden düğün evine gelerek pazar günü ikram edilecek yoğurt çorbası (toyga çorbası), bamya çorbası, irmik helvası, zerde ve hoşafı hazırlar.
Cumartesi akşamı davetlilere tandır ekmeği ve et suyu ile hazırlanmış soğanlı sumaklı tirit ikram edilir. Ardından kadınlar kendi aralarında tef çalarak eğlenmeye başlarlar. Kadınların eğlencesi sünnet çocuğuna kına yakılmasıyla sona erer.
Sünnetlik çocuk, sünnetinden bir gün önce davul zurna eşliğinde bir ata bindirilerek kendisine katılan arkadaşları ile birlikte şehir içinde bir geziye çıkarılır. Sünnet gezilerinde Mevlâna Türbesi'ni ziyaret etmek de adettendir.
Anestezinin bulunmadığı o dönemlerde sünnet esnasında çocuğun sıkıca tutulması önemli idi. Bunun için aileden veya komşudan bu işte tecrübeli bir büyük, çocuğu sıkıca kavrayıp ayaklarını da yerden keser kesmez sünnetçi operasyona başlar ve seri bir şekilde de tamamlardı. Meram'da sünnet esnasında çocuğu tutan bu kişiye “kirve” denirdi. Meram'da kirvelik, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki gibi olmasa da kendisine hediyeler takdim edilip, sünnet çocuğu ve ailesi arasında büyük saygı görürdü.
Sünneti biten çocuk, başka bir odada serili bulunan yatağına götürülerek yatırılır. Elini ve aletlerini temizleyen sünnetçi de sünnet usturasını bir tepsi içine koyduktan sonra ortaya bırakır. Bunun üzerine sünnette hazır bulunanlar para bahşişlerini bu tepsiye bırakırlar.
Öte yandan sünnet çocuğunun acısını unutturmak için odasının tavanından sarkıtılan iplere bağlı kırmızı çizgili halkalı şeker ya da elmaları çocuklar, elleri arkalarında olduğu halde, ağızları ile kapmaya çalışırlar, bu esnada ortaya çıkan komik durumlarla sünnet çocuğuna acısı unutturulurdu.
Pazar günü sabahı erkenden etli pilav hazırlanır ve bir gün önce pişirilen yemeklerle birlikte misafirlere ikram edilir. Meram'da sünnetler bazen hacı pilavı ile birleştirildiği gibi, bazı zengin aileler de kendi çocuklarının yanında fakir bir akraba yahut komşusunun çocuğunu da sünnet ettirirdi. Sünnetten birkaç gün sonra annesi tarafından hanım misafirler için mevlit okutturulmasıyla da sünnet tamamlanmış olurdu.
Şehir kültürümüze, toplumun yapı taşı olan aile ve yuva kurma adetleri üzerinden giriş yaptık. Hayatta bulunan yapıları da tanıtmak isterim.
Öncelikle Tuvaletler evin dışında bulunurdu. Kanalizasyon sisteminin, su ve gider sisteminin olmayışından dolayı tuvaletler evin avlusunda, bahçeye yakın bir yerde bulunurdu. İsmine “Hela” denirdi. Helanın artığı üstü örtülü bir çukurda birikirdi. Tuvaletin dışarda olmasının sebeplerini teknik, hijyen ve mahremiyet olarak sayabiliriz. Bunlara sonradan maneviyatta eklendi. Helanın diğer isimleri ise; Abdesthane, Kenef, Ayakyolu, Yüz Numara ve Kademhane’dir. Ev dışında konumlanan diğer yapılar; samanlık, odunluk, kayıt damı, ahır, örtme (aşhane) ve kiler idi.
Burada Aşhane, evin hem mutfağı hem de kileridir. Burası aynı zamanda gün içerisinde ev hanımlarının çokça vakit geçirdiği bir yer olduğundan, komşu kadınlarla da oturulan, sohbet edilen bir yerdir. Burada sürekli ocak yandığı için bazen ihtiyaç halinde yatakhane olarak da kullanılabilirdi.
Böyle büyük bir aşhane olması Meram’ın misafir kültürüyle ilgilidir. Eskiden Meramlılar, örfi ve dini gerekçelerle bir araya geliyorlardı. Bu birliktelikler de mutlaka mükellef bir ağırlamaya dönüşüyor. Bu yüzden evden bağımsız olarak, bahçeye kolayca ulaşabilecek bir ortamın olması önemliydi. Evde su tesisatı bulunmadığı için, aşhane ve yemek yapılıp sunulan aletlerin temizliği bahçede yapılırdı. Bu da mutfağın evlerin dışına konumlandırılmasının sebeplerindendi. Ancak hepsinin temelinde biraz önce söylediğim gibi misafire hizmet kültürü vardı.
Şimdi sizleri meramın özel hayatından, sosyal hayatına götüreyim. Geleneksel Meram’da sosyal hayat komşuluk, akraba ziyareti, birlikte yapılan mevsimsel üretimler, dini amaçlı birliktelikler, özel durumlar, söz, düğün, kına, çetnevir, barana gibi sosyal ve eğlence amaçlı buluşmalardan ibaretti.
Bu evimizde sosyal hayata yer verdik. İlk odamıza geçebilirsiniz. Geleneksel Meram’da sosyal hayat dini ve örfi bağlamlarla şekillenmiştir. Bu odada hac ibadetini tamamlayıp dönen bir Meramlıyı, yeni toplumsal statüsünü (Hacı olmayı) konu komşuları ve akrabaları ile paylaşırken ve kutsal beldelerden getirdiği hediyeleri onlara taktim ederken görüyoruz.
Yakın zamana kadar kara yolu ile yapılan hac yolculuğunun, daha batıdan hacca gidenler için en önemli durağı Konya idi. Kafileler önce Hazret-i Mevlana’nın türbesine uğrar, buradan hicaz yolculuğuna başlarlardı. Hac ibadetini tamamlayıp gelen bir Meramlı artık çevresinde daha güvenilir, daha saygın bir insan olarak kabul edilirdi. O, artık daha müracaat edilen bir kanaat önderi gibi ayrıcalık kazanırdı. Bu nedenle toplumsal hayatta Hacı Uğurlama ve Hacı Tebriği önem arz etmekteydi.
Akrabalık kadar yakın belki daha ileri bağlılık, Komşuluktu. Geleneksel Meram’da komşu hanımlar çoğunlukla gündüzleri ve yanlarında erkek olmadan bir araya gelirlerdi. Bu bir araya gelmelerin büyük kısmı imece için olsa da komşu kaldırma ve mübareke gibi vesilelerle sırf ikram amaçlı da olurdu.
Burada mübareke için gelmiş kadınları ağırlayan ev sahibini görmekteyiz. Kız istenip söz kesildikten sonra erkek tarafı, damat adayının annesine “Mübarek olsun” derlerdi. Erkek evine gelen akraba ve yakınlar; kız tarafına da gitmek istediklerini söyler, Kayınvalide tanıdıklarının bu isteklerini kız evine iletir ve “Mübareke için münasip bir gün verilmesini rica ederiz” derdi. Kız evinin hali vakti yerinde ise “Falan gün öğle yemeğine buyurun” derdi. Mübareke günü gelince herkes erkek tarafında toplanırdı. Kayınvalide adayı, katılacak herkesi kız evine götürürdü. Mübareke davetinde kayınvalideden başka hiç kimse kız evine hediye götürmezdi. Mübareke’den kız tarafının yakınlarının da haberi olduğu için onlar da yemek ve diğer misafir ağırlama hizmetlerinde kızın annesine yardım ederlerdi.
Mübareke yemeği yedi çeşit olurdu. Bunlar; Yoğurtlu çorba, patlıcanlı bütümet, su böreği, oklavadan çekme baklava, bamya çorbası, yaprak sarması, yoğurtlu ve kişnişli pirinç pilavıdır. Salata, yoğurt ve hoşaf her zaman Mübareke sofrasında hazır bulunurdu. Pilavla birlikte “Soğukluk” denilen kavun, karpuz ve üzüm de sofraya getirilirdi. Yemekten sonra kahve, çay ve şurup ikramları yapılırdı. İçecek ikramları sırasında kayınvalide “Dürü” adı verilen hediyeleri açarak, gelinine ve gelininin aile fertlerine aldığı hediyeleri misafirlere gösterirdi. Kız tarafının hanımları da davetli olduğundan Mübareke’ler beş sofradan aşağı olmazdı. Mübareke sırasında iki aile tanışır, kaynaşırdı.
Kayınvalidenin getirdiği Dürü’de; gelin kız için altın gül yüzük, etek döpiyes, annesine ve kardeşlerine elbiselik ipek kumaş, babasına ve dedesine de gömlek ve pantolon bulunurdu.
Hediyelerden sonra kız evi Mübareke’si biter, “Dede yediğini öde” meselince aynı şekilde oğlan evine Mübareke’ye gidilirdi.
Buyurun üst kata çıkalım. Düğünden, Gelin, Damat ve Düğün Sonrası adetlerden bahsettik. Biraz önce de mübareke geleneğine değindik. Şimdi bunca olayı tetikleyen dünürcülük geleneğine değinelim.
Burası ise her şeyin başladığı dünürcülük adetlerine değindiğimiz oda. Geleneksel Meram’da sosyal hayatın merkezi evlilikler idi. Konya’nın evlilik adetleri modernleşmeye en çok direnen gelenektir. Evlilik adetlerinin en detaylı yaşatıldığı semt de Meram’dır. Günümüzde dahi bu geleneğin devam ettiğini görebilirsiniz.
Düğünün ilk aşaması “Kıza Bakma / Görücülük” olarak bilinen “Dünür Gezme” veya “Dünürlük” aşamasıdır. Meram geleneğinde dünür gezmeleri pazartesi, perşembe ve cuma günleri öğleye kadar yapılırdı. Bu nedenle, gelinlik çağında kızı olan aileler evlerinin iç ve dış temizliğine bu günlerde daha çok özen gösterirdi. Dünür gezme adetinde oğlan anasının yanında güvendiği birkaç kadın tanıdığı da muhakkak bulunurdu. Önceden dikkat çeken veya tavsiye edilen kız evleri ziyaret edilirdi. Ziyaret esnasında gelinlik kız süslenir, misafirlerin ellerini öperdi. Oğlan anası ve beraberindekiler ise ev sahibine fark ettirmeden bir taraftan evin temizlik ve düzenini kontrol ederler, diğer taraftan da gelinlik kızın, kahve, şeker, kolonya ve diğer ikramları esnasında kızı süzerlerdi. Gelinlik kızın fiziğine, davranışlarına, konuşmasına bakmakla kalmaz, dişlerini görmek için kızı güldürmeye dahi çalışırlardı.
Dünür gezmelerinden sonra, uygun gelin adayları oğlan evinde değerlendirilirdi. Damat adayının da fikri alındıktan sonra dünür olunacak kız evine görücüler bir kez daha giderlerdi. Bu sefer “Allah’ın emri ile kızınıza dünürcüyüz” derlerdi. Kız tarafı bu isteği olumlu karşılar ise “Babasıyla bir konuşalım” diyerek kanaatlerini oğlan tarafına hissettirirdi.
İkinci ziyaretten sonra bu sefer kızın aile büyükleri istişare ederlerdi. Oğlan ve ailesi soruşturulur, bazen “istihareye yatma” gibi uygulamalar da yapılırdı.
Kız tarafı, oğlan tarafını araştırırken zaman zaman oğlan tarafından hediyelerle ziyaretler gerçekleşirdi. Bu ziyaretlerin amacı “araya soğukluk girmesin” idi. Bu yüzden ziyaretler esnasında soğuk su içilmezdi. Hatta “işler dürülmesin” diye başta alınan örtüler dahi dürülmezdi.
İstişare ve soruşturmalar neticesinde kız tarafı oğlan tarafına “Hayır” cevabı verecek ise “Kısmetinizi başka kapıda arayın” derdi. Eğer “Evet” cevabı verilecek ise “Erkek dünürcüleriniz gelsin” derdi.
Bu odada meram evlilik geleneğinin aile büyüğü erkeklerinin katıldığı Şerbet (Nişan) kısmını görüyoruz.
Taraflar arasında belirlenen bir akşam (Meram geleneğinde perşembe akşamı) oğlan tarafı, aile büyükleri ve yakınlarıyla kız evine “Erkek Dünürlüğü” ne giderler. Bu ziyarette gelin kızın “Mehr”i (Mihr) ve mihre mahsup edilmek üzere kıza alınacak ev ve ziyaret eşyaları ile “He dimelik” yani “Kızı verdim” denildiği için alınacak para miktarı konuşulurdu. Kızın mihri, dini nikahtan önce kızın babası tarafından özenli bir liste halinde yazıldıktan sonra damat ile babasına imza ettirilirdi. Sonra muhtara tasdik ettirilip kız babası tarafından saklanırdı. Bu görüşmeye müteakip Kur’an’dan bir aşır okunup dua edildikten sonra misafirlere “Sıcak Şerbet” ikram edilirdi. Birinci ikramdan sonra sadece oğlan evinin büyüklerine ikinci şerbet ikram edilir, şerbeti içenler ise şerbeti sunan gençlere harçlık verirlerdi. Ayrıca bir nişan yapılmayacaksa gelin ve damat adaylarının yüzükleri bu esnada takılırdı. Az önce anlattığım Mübareke geleneği, tam da bu aşamada gerçekleşirdi.
Yoklama ve Dürü
Önce oğlan evinin hısım akraba ve komşularından oluşan 10-15 hanım, müstakbel kaynananın riyasetinde ufak tefek hediyelerle kız evine “Yoklama” ziyaretine gider. Ardından kız evi de aynı şekilde küçük hediyelerden oluşan “Şerbet Dürüsü” ile oğlan evini ziyaret eder. Yoklama hediyeleri, gelinin makyaj malzemesi, çantası, ayakkabısı, terliği, iç çamaşırları, baş örtüsü, çorabı vb. eşyalardan, dürü de ise damadın tıraş takımı, iç çamaşırları, mendil, gömleği, kravatı, ayakkabısı, terliği, yatak çarşafı ve yastık kılıfı vb. den oluşurdu. Bunlar işlemeli bohçalar içerisinde takdim edilirdi.
Dürüler iki tarafın anlaşmasına göre sadece gelin ve damat için olabileceği gibi, ailelerin ekonomik güçlerine göre birinci dereceden akrabalarını kapsayacak şekilde de olabilirdi. Bu takdirde aile bireylerinin dürü bohçaları ayrı ayrı düzenlenirdi. Açılma zamanı geldiğinde görevli bir kadın tarafından hediyenin sahibi ile nevi yüksek sesli ilan edilirdi. Yoklamada misafirlere Meram’ın “Kara yemek Takımı” ikram edilirdi.
Meram’da sıcak şerbetten başka sadece kadınlar arasında olan bir şerbet daha vardır. Aynı zamanda gençlerin nişan töreni olan bu şerbete bütün akraba ve tanıdık kadınları okuyucular vasıtası ile davet edilirlerdi. Davetlileri eğlendirmek için zilli def çalıp türkü söyleyen kadınlar, ilahi okuyan hoca kadınlar veya minnoşlar ile çengiler tutulurdu. Meram’ın muhacir pazarı semtindeki Abdülaziz Mahallesinde yaşayan ve ud, cümbüş, keman, darbuka çalıp şarkı-türkü okuyan zille raks eden roman kadınlar “Minnoş” olarak anılırdı.
Şerbete davet edilen Bırakıntılarını alarak bu törene icabet ederlerdi. Meram’da içtimai dayanışma amaçlı ve yeni yuva kuracakların ömürleri boyunca işlerine yarayacak eşyalardan oluşan hediyelerin adı “Bırakıntı” dır. Bırakıntılar genellikle para, altın takılar, ev ve mutfak araç gereçlerinden oluşur. Bırakıntı idaresini “Natır” adı verilen kadınlar yapardı. Bunlar hediyeleri ve sahiplerini yüksek sesle ilan ederdi.
Düğünün bundan sonraki aşamasında kız evi oğlan evine şerbet dürüsü götürür. Şerbet dürüsünde oğlana yüzüğü, beyaz kenarlı kıvratma gömleği, elbisesi, kravatı, altın kravat iğnesi ve kol düğmeleri, mendili, çorabı, pijaması, terliği, tıraş takımı, örme para kesesi, sigara tabakası takımı (tabaka, ağızlık, örme tütün kesesi) hazırlanır. Bu eşyalar önce patiska, sonra ipek, daha sonra da mıhlama dürü bohçalarına yerleştirilirdi. Kayınpeder, kayınvalide, görümce ve çelebiler (kayın), dede ve nineye hediyeleri ayrı ayrı bohçalanırdı. Hazırlanan bütün bohçalar, tekrar büyük bir bohçada birleştirilirdi. Üzerine bir kutu şeker / çikolata veya bir tepsi baklava konarak oğlan evine gönderilirdi. Dürü götürene hediye veya bahşiş verilirdi. Bu dürünün olmazsa olmazı kaynanaya takdim edilen “Kıllıkurt” yahut “Filize” iğne oyalı yazmadır. Bunun yokluğu nişanın bozulmasına dahi sebep olabilir.
Şerbet dürüsünde oğlan, içi şekerci veya kuruyemişçilere hazırlatılmış, al kreplerle süslenmiş çetnevir sinisi de bulunur. Düğün hazırlığının sıradaki merhalesi, “Esbaba (Elbiseye) girme” dir. Kararlaştırılan bir günde aileler, düğün giysisi alışverişine çıkarlar. Bu alışveriş esnasında oluşabilecek küçük kırgınlık ve küskünlükler alışveriş sonrası ünlü bir kebapçıda yenen fırın kebabı ile tatlıya bağlanırdı.
Elbiseye Girme adetinden bahsedecek olursak;
Düğünlerden önce, geline ait giyecek ve ziynetlerin alınması için çarşıya çıkmak çok önemliydi. Bu adete ise “Elbiseye Girmek” denilirdi. Taraflarca kararlaştırılan günde, kız tarafı ve oğlan tarafı çarşının meşhur dükkanlarında buluşarak lüzumlu eşyaları ve kıza ait giyecekleri birlikte seçerlerdi. Seçilen eşyaların parasını ise damadın babası öderdi. Kıyafet alışverişinden sonra sarrafa gidilirdi. Elbiseye girmek, çok mühimdi. Bu adet halledildikten sonra düğün için bir engel kalmazdı.
Meram’da dini ve resmi nikah genellikle birbirine yakın tarihlerde kıyılırdı. Meram’da geleneksel olarak nazar ve büyü gibi negatif etkilere inanıldığından dini nikahlar gizli tutulurdu. Sadece kız ve oğlan evinin bildiği nikah günü damat, birkaç aile büyüğü ve bir hoca ile kız evine gelirdi. Bu nikah esnasında gelin ya kapı arkasında durur ya da yerine ailesinden bir vekil katılırdı.
İnsanın hayatında başlıca üç önemli geçiş dönemi vardır. Bunlar; doğum, evlenme ve ölümdür. Meram’da doğum, sünnet, özel hayat, evlilik adetlerini gördük. Bu odamızda ise yatak-döşek yatmakta olan bir dedemizi ve başında bekleyen aile bireyinin hastaya refakatini görmekteyiz. Geleneksel Meram’da hasta bakımı ve hastalıklar için kullanılan ev yapımı ilaçlardan bahsetmek isterim. Son olarak da geleneksel meramda ölüm ve cenaze adetlerini aktaracağım.
Gündelik hayatı; işi, bağı-bahçesi ile evi arasında geçen meramlının 1940’lı yıllara kadar bugünkü gibi profesyonel sağlık hizmetine ihtiyaç duymazdı. Yüzyılların tecrübesi ile tanıdıkları hastalıklar için yine kendi tecrübeleri ile sınadıkları ilaçları kullanırlardı. İlaçlar dedim ama şimdiki gibi kimyasal ilaçlar değil. Bitkisel, el emeğiyle yapılan şifalı karışımlardan bahsediyorum...
Böbrek taşın mı var? Mısır püskülünü kaynat, suyunu iç... Öksürüyor musun? Ayva yaprağı ve hatmigülü suda kaynat, iç... Miğden mi ağrıyor? Bahçede nane hazır... İdrar zoru mu oldun? Mandaldan bir demet maydanoz topla, suda kaynat iç, derdine deva olsun. Şeker hastalığına iyi gelecek bir şey mi arıyorsun? Güneyiğin(bir tür bitki) kökünü yıka, kaynat, iç; iyi gelir. Nefes darlığı ya da romatizmaya şifa verecek bir şey varsa o da ebe gömeci; kaynat iç nefes darlığına, lapa yap romatizmaya iyi gelir...
Bu rafta üzerinde isimleri yazan ilaçlar, evde kolayca hazırlanırdı.
Ölüm sonrası adetlerden bahsetmemi ister misiniz? Peki. Ölüm anından başlayalım.
Ölen kadınsa, artık namahrem olduğu için kocası ve odada bulunan diğer erkekler; erkekse, aynı düşünceyle hanımı ve diğer kadınlar dışarı çıkarılır. İnsan öldüğünde çenesinin düştüğüne inanıldığı için bir yakını tarafından çenesi çekilir (bağlanır). Sonra cenazenin elbiseleri, varsa ağzındaki takma dişi çıkartılır, altın kaplama dişi varsa ölene zarar vermeden sökülür. Yatağında sekaratülmevte düşenlerin koltuk altı ve etek tıraşları yapılır. Şayet bu temizlik yapılmadan ölüm gerçekleşmişse “kefeni ayağı dikilir” diyerek bu temizlikleri yapılırdı.
Ölünün rahat yıkanması, tabuta kolay konması ve mezara düzgün yatırılabilmesi için bedeninin bir düzene sokulması gerekmektedir. Bacakları uzatılarak iki ayağı yan yana getirilir ve ince bir iple başparmakları birbirine bağlanır.
Kolları iki yanında olmak üzere düzgünce uzatılır. Gözleri açık kalmış ise kapatılır. Bazen açık kalan göz bir türlü kapanmaz. Bunun üzerine ölüye namahrem olmayan biri, ellerinin başparmağını toprağa sürdükten sonra “Gözünü toprak kapatsın” temennisiyle bu parmaklarıyla ölünün gözlerini sıvazlar. Gözü yine kapanmazsa, “Bu arkasından birini götürecek” derlerdi. Ölen genç ise bu durumu muradını alamadığına yorarlardı. Bu hadise halk arasında “gözü açık gitme” deyiminin doğmasına sebep olmuştur.
Ölüm akşam vuku bulmuşsa ölü uzun yatağa/rahat döşeğe alınır. Karnı şişmesin diye üzerine bir makas veya bıçak konularak ölü odasında yalnız bırakılıp kapısı çekilirdi. Yaz olsun, kış olsun ölünün yattığı odanın penceresi açılır ve ışığı yanık bırakılırdı. Yalnız kedi pencereden girip ölünün burnunu, kulağını yemesin diye dikkatle gözetlenirdi. Bu arada gece boyunca gerek ölünün odasında gerekse evin bazı yerlerinde günlük otu yakılırdı. Cenaze rahat döşeğinde yatarken evdeki kadınlar Kelime-i Tevhit çekip Salat-ı Nariye okurlardı. Bunların toplamı dört bin dört yüzü bulunca Yasin, Amme, Tebareke sureleri okunup duası yapılırdı.
Cenazenin yıkanıp kefenlenmesinden defnine kadar geçen süreç, Meramlı dayanışmasının tipik örneklerindendir. Doğum, düğün işlerinde olduğu gibi ölüm vukuunda da konu komşu hemen toplanıp kendi aralarında iş bölümü yaparlardı. Komşuların tecrübeli olanları, mezarın kazdırılması, kefenin sağlanması, gasil işleri… gibi işleri hemencecik organize ederler. Cenaze defnedildikten sonra evde yapılacak dinî merasim ve diğer işler yine mahallenin yaşlı ve tecrübeli kişileri tarafından yapılır. Yapılan bu işlerde hiçbir karşılık beklenmez. Konya dışında ise de cenazenin defni geciktirilmez. Öğle veya ikindi namazlarına yetiştirilecek şekilde aceleyle cenazelerin defin hazırlıkları başlardı.
Eski Konyalılar ölünün kendi evinde yıkanmasını makbul tutarlardı. Evin bahçesinde ölünün yıkanacağı yer ottan çöpten temizlenir. Bahçe kuytu değilse yıkanacak alana çadır kurulur. Mahalle camiinden teneşir tahtası, tabut ve su kazanları getirilir. Kazanlardan biri ocağa konulup suyla doldurulur. Diğer kazan soğuk su için ayrılır. Teneşir tahtası deliklerinden akacak yıkanma suyunun arıkları ve toplanacağı çukur hazırlanırdı.
Ölü, teneşir tahtasına ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Ölüyü yakınlarının yıkaması makbuldür denirdi. Şayet cesaret edemezlerse bu görevi kadın veya erkek hocalar yapar. Ölüyü yıkama suyu türlü kokulu maddelerle kokulandırılır. Ölüyü yıkamaya kazandan su almak için çömlek veya özel şekilde oyulmuş et [su] kabağı kullanılır. Yıkama işlemine geçmeden teneşir tahtasının üstünde ölü hafifçe doğrultulup yatırılarak ve karnı sıvazlanarak taharetlendirilir. Tahareti tamamlandıktan sonra üç kere ağzına, üç kere de burnuna su verilerek ölüye abdest aldırılır. Sonra özel lifler, önceden rendelenmiş sabunla köpürtülerek bütün vücudu sabunlanır. Üç kere bu işlem tekrar edilip ölünün hiçbir tarafı kuru kalmayacak şekilde iyice yıkanır. Üçüncüde tekrar abdest aldırılır. Bu abdest aldırılmadan önce ölüye su dökmek isteyenlere izin verilir. Bunun üzerine ölünün yakınları ve sevap almak amacıyla bekleşen komşular “Gufraneke ya Rahîm” duasıyla ölüye su dökerler. Ölü yıkanırken yüzünde yoğun bir gülümseme hâkimse, o kişinin iman ehli, dolayısıyla cennetlik olduğuna inanılırdı.
Ölünün yıkanması tamamlandıktan sonra kullanılmamış bir havluyla iyice kurulanıp el ve ayak parmak araları, diz kapaklarının altı, kasıkları, koltuk altları, kulaklarının arkası, burun delikleri ve gözleri pamuklanır. Zemzemle alnına “Allah”, göğsüne besmele yazılır. Artık ölü yakasız, dikişsiz göyneği giymeye hazırdır. Ölü kefenlenmeden, kefene zemzem ve kokulu maddeler serpiştirilip–şayet kadınsa-içine çörek otu ve kına saçılır. Ölü kefenlendikten sonra baş, bel ve ayak tarafı uçkurlanır (bunlar ölü kabre indirilirken gereklidir) ve üzerine temiz bir çarşaf atılarak tabuta konur. Bu amaçla Hac’dan getirilmiş örtüler de vardır. Genellikle yeşil renkli olan ve üzerlerinde Arapça yazılı dualarla kutsal kişilerin adları bulunan bu örtülere “Tabut Örtüsü”, “Kâbe Örtüsü”, “Cenaze Örtüsü”, “Sal Örtüsü” denmektedir.
Hâli vakti yerinde olanlar tabutun üzerine bir halı seccade bağlarlar. Ayrıca kadınlar için tülbent ve çember; ünlü din âlimleri ve hocalar için türlü sarıklar; genç kız ve gelinler için tel duvak, çeyiz eşyası konulur. Tabut üzerine ölü evinden serilenlerden değerli olanlar uygun kurum ve kişilere hayır olarak bağışlanır. “Hayır” dan söz etmişken Konya’da cenaze daha evden kalkmadan yapılan başka bir hayır da ölünün evinden kısmetiyle gitmesi içindir.
Ölü daha evinde yatarken kısmetiyle gitsin diye bir tas bulgur, bir tas yağ, bir tas salça, bir tas tuz ve elbiseleri bir ihtiyaçlıya verilir. Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra bir kilim veya halıya sarılarak merdiven şeklindeki sala konularak taşınırmış.
Ölüyü bir an önce defnetmek gerektiğinden hiç bekletilmeden defin için bekleyen konu komşu, eş dost hemen tabutu omuzlarlar. Bu arada biri ölünün hane halkına yüksek sesle: “Hak-hukuk helal edin” der. Bu, üç kere tekrarlanır. Yakınları ve diğer konu komşu, eş dost yüksek sesle: “Helali hoş olsun” diye karşılık verirler. Bu helallik alındıktan sonra “Allahaısmarladık” denilerek musallaya doğru tabut yola çıkarılır. Bu esnada evde kalanlar giden tabutun arkasından: “Allah rahmet eylesin! Sorgu suvalcı sağ yanından gelsin! Dilin dolaşmasın! Allah ahiret muradın versin! Haydi, git güle güle! Essah dünyaya gidiyorsun!” der. Ölü, evinden alınıp “musalla taşına” götürülürken yakınları, bilhassa evlatları, onu taşımak için gayret gösterirlerdi.
Ölünün gömüldüğü ilk akşam, ölü evinin bütün ışıkları yanar. Odasının ışığı ise sabaha kadar açık bırakılır. Rivayete göre bunun sebebi; ölenin, gömüldüğünün ilk gecesi ruhunun odasını ziyarete gelmesiymiş. Geldiğinde odasını karanlık görüp üzülmesin, yıkandığı yeri bulsun, diye de odasını aydınlatırlarmış. Ölünün ruhu, kırk gece boyunca odasını ziyaret etmeye devam edermiş. Konyalılarda definden sonra yas tutma âdeti yoktur. Açıktan ağlayanı “Araya deniz korsanız bir daha birbirinizi göremezsiniz; hatta rüyanızda bile…” diye uyardıklarından herkes ağıt ve gözyaşını içine akıtır. Hane halkı, definden bir hafta kadar sonra topluca kabir ziyaretine giderler. Cenazesinin defninden sonra yapılacak en önemli görevler onu duadan unutmamak ve varsa vasiyetini yerine getirmektir. Buna özellikle dikkat edilirdi.
Ölünün kırkıncı gününe gelmeden önce üçüncü veya yedinci günlerinde yahut ilk cumasında bişi dağıtılır. Özellikle Konya kadınlarının inanışına göre, ölenin eti ile kemiği kırkıncı gün ayrışırmış. Başka bir inanışa göre de ölü ruhu, kırkı çıkıncaya kadar mezarlıkta yaşamakla birlikte ara sıra evine girmek istermiş. Kırkıncı gün geldiğinde ölü, yeni yurdu mezara kalıcı olarak yerleşirmiş.
Meram’da ölülerle bayramlaşma adeti de vardır. Ramazan ve Kurban bayramlarında namazdan çıkan Konyalılar ilkin mezarlıklara giderek ahirete göçmüş yakınlarını ziyaret eder. Okuduğu ayetleri, yaptığı dualarla geçmişlerinin ruhlarına bağışlarlardı.
Son olarak eskilerin izbe dediği bodrum katında bizi, günümüzde olmayan bir meslek bekliyor. Buyurun lütfen…
Şimdi sizi bu bölgeye adını vermiş, ancak kendi yok olmuş bir meslekle tanıştırayım. İpek böcekçiliği ve ipek üreticiliği. Yakın tarihimize kadar bu bölgede sayısız dut ağacı olduğu için müzenin bulunduğu bu bölgeye “Dutlu Kır” demişler. Dut ağaçları da ipek böceği yetiştirmek için dikilmiş zaten. Ancak ipek böcekleri o kadar narin canlılar ki bırakın sıcaklık farkını, havadaki en ufak bir koku dahi onların ölümüne neden oluyor. Şu anda ipek böceği çiftliklerinde deodorant veya parfümle bile dolaşmak yasak. Modern dünya, bu mesleğin bölgemizde ve ülkemizde azalmasına neden olmuş diyebilirim.
Burada kozaları kaynatarak ipek üretilen ocağı ve tezgâhı yer almaktadır. Hemen karşıda ise yün dokuma tezgâhı bulunmaktadır.
Meram’ın gündelik hayatı, örfü, adetleri doğumdan ölüme bu şekilde özetlenebilir. Umarım bu kültürel yolculuktan memnun kalmışsınızdır. Konya’ya geldiğinizde gezilip görülesi bir destinasyon daha sizi karşılamaktadır. Ayrıca ‘hayat’ta bulunan aşhaneyi ve mağazayı da ziyaret edebilirsiniz. Somut olmayan kültürel mirasımız dilden dile, elden ele günümüze ulaştırılmıştır. Anadolumuzun her bir köşesinde buna benzer binlerce gelenek ve görenek bulunmaktadır. Atalarımızdan gelen bu adetleri günümüzde yaşatmak ve yeni nesile aktarabilmek, geçmişin izlerini unutturmamak adına bu müze yaşayan ve yaşatan bir müze olmaya devam edecektir.
Emeği geçen herkese sonsuz sevgiler…
Seyahatleriniz RehberName tadında olsun…