Hazret-i Şems ile Hazret-i Mevlana ilk nerede karşılaştılar? Karşılaştıklarında neler konuşuldu? Hazret-i Şems ile Hazret-i Mevlana'nın buluşmaları sırasında ve sonrasında neler oldu?
Şemseddin Tebrizî’nin Konya’ya gelişi ile alakalı kendi Makalât’ında şöyle der; “Yarabbi! Beni kendi velilerinle tanıştır, onlar ile yoldaş et, dedim. Rüyamda seni bir velî ile yoldaş edeceğiz dediler. Sordum, o velî nerededir? Ertesi gece bu velinin, Rum diyarında (Anadolu’da) olduğunu söylediler. Bir zaman sonra tekrar gördüğüm rüyada, henüz vakti gelmemiştir. Her işin bir zamanı vardır, dediler.” Şemseddin Konya’ya 23 Ekim 1244 geldi. Şemseddin Konya’ya ikinci kez geldiğinde elli yaşını aşmıştı. Şems Konya’ya gelince âdeti olduğu üzere şehirdeki bir hana (Pirinççiler veya Şekerciler) indi. Bir hücre (oda) tuttu ve odanın kapısına da halk kendini büyük bir tacir olarak bilsin diye, iki üç dinar kıymetinde nadir bir kilit taktı. Anahtarını da kıymetli bir atkının ucuna düğümleyerek omzuna attı. Hâlbuki odasında kırık bir ibrik ve bir tuğla yastıktan başka bir şey yoktu. On-on beş günde bir, bir parça kuru ekmeği paça suyuna batırıp tirit yapar onu yerdi. Şemseddin handa bir sedire oturmuştu. O sırada (Molla) Mevlâna Celâleddin. Penbefiruşan (Pamukçular) Medresesinden çıktı. Rahvan bir ata binmiş, tüm öğrenciler ve dânişmedler de iki tarafında yaya olarak gidiyordu.
Ansızın Şemseddin kalkarak Mevlâna’nın geldiği tarafa gitti, atının gemini sıkıca tutarak:
- Ey dünya ve mana nakitlerinin sarrafı, Allah adlarının bilgini söyle! Hazret-i Peygamber mi, yoksa Bâyezid mi büyük? Dedi.
Mevlâna da:
- Bu nasıl soru? Hayır, hayır! Elbette Hazret-i Muhammed Mustafa bütün peygamber ve velilerin başbuğu ve reisidir. Hakikatte büyüklük ve ululuk onundur. Dedi.
Şems:
- İyi ama Hazret-i Peygamber, Ya Rabbi! Seni her türlü eksikten arı-duru kılarım, biz seni layık olduğu veçhiyle bilemedik. Buyurduğu hâlde Bâyezid, ben kendimi her türlü arı-duru kılarım, benim şanım ne kadar büyüktür, ben sultanların sultanıyım, diyor.
Bunun üzerine Mevlâna:
- Hazret-i Peygamber günde yetmiş makam aşıyor, her makam ve mertebeye varınca evvelki makam ve mertebedeki bilgisinden istiğfar ediyordu. Bâyezid ise vardığı makamın ululuğundan kendisinden geçti ve o sözü söyledi.
Bu olayın ardından Mevlâna, Şemseddin’i yaya olarak kendi medresesine götürdü. Her ikisi de altı ay boyunca Halvette kaldılar. İki dost bu uzun süren halvet döneminde birbirlerini daha da yakından tanıdı veya Şems bir şey(ler)i anlattı. Bâyezid bahsini Şems aslında Makalât’ında da anlatır; “Onunla birlikte konuştuğum ilk söz de bu idi. Ama Bayezid-i Bistamî, nasıl oldu da ona tamimiyle uymayı (mutabaat) lüzumlu görmedi? Hazret-i Peygamber (Aleyhisselam) gibi, «Yarabbi sana, senin şanına uygun şekilde kulluk edemedik!» Demedi sözüydü. Bu sözün tam ve kâmil bir söz olduğunu anladı. Sözüm daha bitmemişti, gönlünün temizliğinden âdeta sarhoş oldu.” Şemseddin kim olursa olsun, hangi manevi halde olursa olsun kendini Hazret-i Peygamber ve Şeriat’tan üstün gören bir tutum karşısında, o kişiye mürşit olarak güvenmez. Şems’in Celâleddin’de manevi bir inkılâba sebep olduğu şüphesizdir. Bununla birlikte her ne kadar Şems’e kadar Mevlâna, sevenleri ve müridânı nezdinde tam bir âlim ve mürşit olsa da; Şemseddin onda kendi ruhunun yansımasını, daha önce hiçbir kimsede görmediği en hünerli ve kâmil âlimi gördü. Mevlâna’da Şemseddin’in kendi hayatında meydana getirdiği büyük değişikliği her defasında söyler; “Doğuya da gitsem, batıya da gitsem, göğe de ağsam senin izini bulmadıkça yaşayıştan bir iz bile yok bende. Bir ülkenin zahidiydim, bir minberin sahibi, gönül kazası beni, ellerini çırpar bir âşık etti sana.”
Karatay Medresesi
Fotoğraf: www.selcuklu.gov.tr/karatay-medresesi
Şems’in Konya’da tanınmasında en büyük olay Celâleddin Karatay’ın yaptırdığı medresede geçtiği rivayet edilen bir hadisedir. Karatay’ın yaptırdığı renk renk çinilerle süslü olan medresesi yeni bitmiş, bir toplantı (açılış) tertip etmişti. Orada toplanan zevatın ileri gelenleri Mevlâna’nın yanına oturdular. O gün “bir meclisin başköşesi neresidir?” diye bir mesele ortaya atıldı. Toplantıda Konya’nın ileri gelen ulemasından Kadı Siraceddin (Urmevî), Sadreddin Konevî, Şerefeddin Herevî… gibi zevat vardı. Siraceddin, bilginlerin medreselerinde müderrisin oturduğu yer olduğu için başköşenin sofanın ortası olduğunu söyledi. Herevî ise, itikat ehlinin ve Horasan pirlerinin takatlerinde zâviye köşesi başköşedir dedi. Konevî ise, sofilerin mezhebinde başköşenin hanekahlardaki ayakkabı çıkarılan yer olduğunu söyledi. Oradakiler Mevlâna’ya size göre neresidir başköşe dediler. Mevlâna’da, bilginlerin başköşesi sofanın ortasıdır; âriflerin başköşesi bir evin köşesidir; sofilerin başköşesi de sofanın kenarıdır; âşıkların başköşesi de yârin olduğu yer, dostun kucağıdır dedi. Herevî, o halde yâr nerededir dedi. Mevlâna’da kör olduğun için görmüyorsun dedi ve kalkıp halkın ortasında olan Şemseddin’in yanına oturdu ve şu beyti okudu; “Eşik nerde, başköşe hani? Sevgilimizin bulunduğu yerde nerde biz ve ben?”
Mevlâna babasının Maarif’ini devamlı surette yanında taşıyor, sürekli bunları okuyordu. Şemseddin’in Mevlâna üzerindeki etkisi o kadar fazlaydı ki, bir gün Mevlâna’nın bulunduğu odadan içeriye girip üç kez “okuma, okuma, okuma” diyerek babası Baha Veled’in Maarif’ini okumamasını söyledi. Bir gece Mevlâna babasının Maarif’ini rüyasında okurken görür.
Celâleddin uyandığında, Şems içeriye girer. Mevlâna kitaba bir süredir bakmadığını söylese de, Şems, rüyasını Celâleddin’e anlatır. Mevlâna, Mütenebbî Divânına çok düşkündür. Şemseddin, Celâleddin’e, bu Divânın okumaya değmez olduğunu ve bir daha okumamasını söyler. Mevlâna çok sevdiğinden veya dalgınlığından Şems’in iki kez uyarısına rağmen yine Divânı okur. Bir gece bu Divânı okuduktan sonra uykuya dalan Mevlâna, kendisini medresede bilgin ve fakihlerle bir tartışma esnasında görür. Hepsini mağlup eden Celâleddin, sonra buna ne gerek vardı, bunu niçin yaptım diyerek medreseden çıkıp gitmek isterken rüyasından uyandı. Tam o sırada Şemseddin odadan içeriye girdi ve “bu bîçare fakihlere yaptığını gördün mü? İşte bunların hepsi Mütenebbî Divânını okumanın uğursuzluğudur” dedi.
Yine bir gece Mevlâna rüyasında Şemseddin’in, Mütenebbî’yi sakalından yakalayarak yanına getirdiğini ve ona, “bu adamın sözlerini mi okuyordun” dediğini görür. Mütenebbî, bir gün Mevlâna’nın rüyasına girerek, “beni Şemseddin’in elinden kurtar, artık bu Divânı karıştırma” diye yalvarır şekilde görür.Şemseddin sadece babası veya bir başkasının kitaplarını okumamasını istemiyor, medresenin kapısına oturup, onu herkesle görüştürmüyor; Mevlâna’yı görmek isteyenlere, “ne getirdin, şükran olarak ne verebilirsin ki onu sana göstereyim”, diyor. Gelenlerden birisi bir gün kızıp, “sen ne getirdin ki bizden ne istiyorsun”, deyince; “ben kendimi getirdim, başımı onun yoluna feda ettim” der.
Yine Şemseddin ile ilgili bir başka rivayette, Konya’da bir şeyhler toplantısı tertip edilir. Burada da Şems’e muhalefet Belh-Tebriz kıyasındandır. Belli ki içlerinden ham bir sofi, “Yazık! Belhli Baha Veled’in nazlı oğlu, Tebrizli birine uydu ve Horasan toprağı, Tebriz toprağına tabi oldu.” deyince; Şemseddin, “Bu adam sofilik ve temizlik iddiasında bulunuyor. Toprağın hiçbir şey olmadığını anlayacak kadar kafasında akıl yok. Eğer İstanbullu da o (istenilen kabiliyet) varsa, bir Mekkelinin ona uyması vacip olur. Peygamber ‘Vatan sevgisi imandandır’ buyurmuştur. Peygamber’in bundan kastı nasıl bildiğimiz Mekke olur. Mekke bu âlemden değildir. O halde imandan olan bir şeyin de bu âlemden olmaması lazımdır. ‘İslam garip olarak başlamıştır’ buyurmuştur. Mademki gariptir, o halde bu âlemden değil başka âlemdendir…” der.
Mevlâna artık sadece Şemseddin ile zamanını geçiriyor, halk tarafından sevilen, kimi zaman namaz, oruç, miras… vb. şer’i konularda sorular sorup fetva aldıkları; belki de sulûk, erkan, rabıta… vb. tasavvufi konularda cevap aldıkları Mevlâna’yı artık göremiyorlardı. Çünkü o zamanının tamamını Şems ile geçiriyor, sema ediyor, şiirler söylüyordu. Yakın ahbabı ve öğrencileri bunun bir süreliğine olduğunu düşünüyorlar yakında her şeyin normale döneceğini umuyorlardı.