Güller ve Göller Diyarı Isparta

Güller ve Göller Diyarı Isparta

Isparta'nın tarihçesi; Isparta'da gül yetiştiriciliği ne zaman başladı? Isparta Gül Festivali ve Lavanta Festivali ne zaman? Göller Bölgesi'nin gölleri hangileridir?

Isparta’nın Coğrafi Konumu

Havası ve suyu ile meşhur olan Isparta ilimiz üç coğrafi bölgemizin kesişim noktasında yer alır. Ege, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerimizin kesişim noktasında Göller Bölgesi olarak adlandırılan bölgede konumlanmaktadır. Kent topraklarının %40’ı ormanlık ve fundalıklardan, %20’si çayır ve meralardan, %16’sı ise ekime elverişli arazilerden oluşmaktadır.

Eğirdir Gölü

Ekime elverişli arazilerin büyük çoğunluğunda gül yetiştiriciliği yapılmaktadır. Isparta ili sınırları ve çevresinde Eğirdir Gölü, Gölcük Gölü, Kovada Gölü, Beyşehir Gölü, Burdur Gölü bulunmaktadır. Kızıldağ ve Kovada Gölü Tabiat Parkları doğa düşkünlerinin uğrak noktalarından olup trekking yapmaya müsait altyapıya sahip milli parklardır.

Isparta’nın İsim Kökeni

Isparta’nın orijinal adı “Barida” olduğu düşünülmekte ve isim kökeninin nerden geldiği ve anlamı bilinmemektedir. Ortaçağda atalarımız Hamitoğulları’nın bölgeyi yurt edinmeye başladığı dönemde bölgeyi ziyaret eden Arap seyyahların aktardığına göre şehrin ismi “Sabart”tır.

Türkler yöreyi domine etmezden evvel Grek, Helenistik ve Roma devirlerinde “Psidia” olarak adlandırılan Göller Bölgesinde önemli yerleşim merkezleri Selvecia Sidara (Bayat, Afyonkarahisar), Apameia (Dinar, Afyonkarahisar), Apollonia (Uluborlu, Isparta), Antiocheia (Yalvaç, Isparta), Adada (Sütçüler, Isparta), Neopolis (Şarkikaraağaç, Isparta), Debenae (Gelendost, Isparta), Sagalassos (Ağlasun, Burdur) ve Kibyra (Gölhisar, Burdur)’dır.

Sagalassos Antik Kenti

Isparta’nın Kısa Tarihçesi

Selçuklu Türkmenlerinin bölgeyi fethetmesiyle halkının çoğunluğu Bektaşî tarikatı müntesibi olan Hamitoğulları Beyliği bölgeye yerleşmiştir. Hamitoğulları Beyliği başkent olarak bir dönem Yalvaç’ı, bir dönem Eğirdir’i ve bir dönemde Antalya’yı seçmiştir. Osmanlılar döneminde bölge Hamit Sancağı olarak isimlendirilmiş bilahare Teke Yöresi ismiyle de anılmıştır. Teke Yöresi başkentliğini Burdur’un üstlendiği hususen Antalya, Muğla, Denizli Afyonkarahisar, Isparta ve Burdur’u içine alan Tekeli Yörük Boylarının yaşadığı bölge olarak isimlendirilmiştir.

Teke Yöresi, konar göçer özelliklerini folklorik giyim, kuşam ve danslarında yaşatan Oğuz Türkmenlerinin (Kayıhan, Kınık, Bayundur, Beğdilli, Yüreğir ve Yazır Boylarının) yaşadığı bölgedir. Genellikle sipsi denilen çalgı aleti eşliğinde halk oyunları oynanır. Halk oyunlarına örnek vermek gerekirse; “Teke Zortlatması”, “Masıt Kırığı”, “Kerimoğlu ve Tavas Zeybeği”, “Cemilem”… gibi dokuz sekizlik mahalli ezgiler eşliğinde oynanan halk oyunları söylenebilir. Denizli’nin Çameli ilçesi Gökçeyaka Köyünde çobanlık yapan Hayri Dev (1933-2018) üç telli cura, sipsi ve çam düdüğü enstrümanları çalabilmesi ve yörük kültürünün gelecek nesillere taşıyıcı olması sebebiyle UNESCO tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak ilan edilmiştir.

Osmanlılar döneminde Yavuz Sultan Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında yaşanan siyasi krizde Tekeli Türkmenleri Şah İsmail tarafında yer almalarından dolayı Osmanlı’nın hışmına uğramışlardır. Safevi coğrafyasından Anadolu’ya gönderilen dâi’ler (ajanlar) halkı Osmanlı aleyhine kışkırtmaya başlamışlar ve Osmanlı yöneticilerinin halkı yalnızca vergi alma dönemlerinde hatırladığı gerekçesiyle Osmanlı idaresine karşı şu sözlerle ayaklanmışlardır:

Şalvarı şaltak Osmanlı,

Eyeri kaltak Osmanlı,

Ekende yok, biçende yok,

Yimede ortak Osmanlı!

Çaldıran Zaferi sonrasında bölgede hakimiyetini arttıran Osmanlı yönetimine karşı yine 17. yüzyılda Celali İsyanları adı verilen isyanlar silsilesi başlamıştır. Osmanlı’nın ekonomik olarak halka bir refah sunmamasından rahatsız olan Tekeli Türkmenleri Anadolu’da yüz yıl süren Celali İsyanları silsilesini başlatmışlardır. Osmanlı da bu isyanları bastırabilmek için tarihte ismini korkuyla andığımız Hırvat asıllı Kuyucu Murat Paşa’yı görevlendirilmiştir. “Büyük Kaçgun” olarak adlandırılan kovuşturmalarla Celali İsyanları sona ermiş, ele geçirilen asiler katledilerek cesetleri kuyulara doldurulmuştur. Kuyucu Murat Paşa sadece isyancıları ve taraftarlarını değil bir şekilde onlara yardımı dokunanları bile kılıçtan geçirmiştir. Tarihçi Nâimâ bizzat şahit olduğu bir olayı şöyle anlatmaktadır;

“…bir gün pişgâh-ı ocakta (ocağın üzerinde) iskemle üzerinde oturup harfolunan (kazılan) bi’re (kuyuya) gelen adamları katlettirip doldurmakla meşgul idi. O sırada gördü, halk verasında (arasında) bir atlı sipahi, bir sabiyi (çocuğu) kenduye redif edip (ardından getirme) geçup gide. Paşa emreyledi varıp sabiyi at arkasından indirip huzuruna getirdiler. Oğlancığa: sen ne yerdensin? Celali arasına neden düştün?, dedikte, sabi doğru söyleyip, - Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik, dedi.

  • Baban ne idi?, deyu sorıcak,
  • Şeştar çalardı ve anınla doyunurdu.

Vezir-i Azam Murat Paşa başını sallayarak acı acı güldü.

  • Hayy, celalileri şevke götürürdü, deyup, çocuğun katline işaret etti. İşaret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar;
  • Bir sabi masumu nice öldürelim, deyu her biri bir tarafa gidip göz yumdu.

Murat Paşa emrinin neden geciktiğini sordukta, cellatların çocuğu merhamet edip istinkâf ettiklerini bildirdiklerinde, paşa:

  • Yeniçerilerden biri öldürsün, deyü buyurdu.

Yeniçeri dilaverlerine teklif olduklarından onlar dahi, sabiye bakıp; Biz cellat mıyız? Cellatlar bile merhamet etti. Vezir kendi iç oğlanlarına emretti ki sabiyi öldüreler. Onlar dahi huzurdan dağılıp kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp onu öldürecek başka dam bulamadıkta, ihtiyar vezir arkasından kürkünü bırakıp ve yerinden kalkıp sabiyi kendi eliyle alıp, kuyunun kenarına getürüp başını vurup boğazını sıkıp helak ederek kendi eliyle kuyuya ilkaa etti…”

Kovada Gölü Milli Parkı

Osmanlı hakimiyetinin son dönemlerine doğru Birinci Cihan Harbinden sonra bütün Akdeniz bölgesiyle beraber Göller yöresi İtalyanlar tarafından işgal edildi. Antalya’ya konuşlanan İtalyan işgal güçlerine karşı Isparta şehrinde “Demiralay” isminde direniş örgütü kurulmuştur. Demiralay’ın önderliğini Ispartalı Talatpaşazade Hafız İbrahim Efendi ile Müftü Hüseyin Hüsnü Efendi yapıyorlardı.

Milli Mücadele’nin ilk garp cephesi kumandanı Ali Fuad Cebesoy, “İşgalci kuvvetlerin Anadolu’da ilerleyişini durdurmanın ilk koşulu Isparta-Afyonkarahisar-Eskişehir hattını korumaktı. Eskişehir’de İngilizler bulunmaktaydı. O yüzden elde kalan Isparta ve Afyonkarahisar’ı koruyabilirsek İngilizleri Eskişehir’den atmak mümkün olacaktı. Biz Afyonkarahisar’a geldiğimizde bizim bunu yapmamıza gerek kalmadığını gördük. Çünkü bu iki kentimizde, iki din adamı, başı sarıklı iki savaşçı başa geçmiş, ulusal güçleri, deneyim sahibi bir komutanın tutumu ve ileri görüşlülüğüyle örgütlemiş ve İtalyanların Anadolu’nun içlerine ilerlemelerine engel olmuştu. Demiralayı örgütleyen bu iki kahraman Isparta’da Hafız İbrahim Efendi, Afyonkarahisar’da Hoca İsmail Şükrü Efendidir. ifadeleri ile Demiralay örgütünün başarılarını ifade etmiştir.

Gülcülüğün Isparta'ya Gelişi

Cumhuriyetin kurulmasını müteakiben Isparta ve çevresi halı dokumacılığının yanı sıra gülcülük ile geçinmeye başlamıştır. Isparta’ya gülcülüğü tanıtan Gülcü İsmail Efendi (d. 1840, Yalvaç – ö. 1915, Isparta)’dir. Osmanlı döneminde gülcülük Trakya bölgesinde yaygın olarak yapılan tarımsal faaliyetti. O zamanlarda bugün Bulgaristan sınırlarında kalan Kızanlık ve Zağra nahiyelerinde gülcülük çok ileri safhalarda yapılmakta iken Ispartalı İsmail Efendi bireysel çabaları ile gülcülüğü Trakya’da öğrenip Isparta’ya kazandırmıştır.

O dönemlerde İsmail Efendi Bulgaristan Kızanlık nahiyesinde hariciye görevlisi olarak çalıştığı zamanlarda coğrafyanın Isparta’ya çok benzediğini fark etmiş ve Kızanlıktan dışarı çıkarılması yasak olan gül çeliklerinden bir tanesini üstünde saklayarak gizlice Isparta’ya getirir. Bu çeliği Isparta’nın Hacı Ayvaz Mahallesi’ndeki (1935’ten sonra Gülcü Mahallesi) evinde üretip çoğaltarak 30 dönümlük arazisinde gülcülüğe başlar.

Gül çiçeklerini üretmeyi başarsa da gülün yağını çıkartmak için çok uğraşır. İmbiklerden geçirerek üretmeye çalıştığı gül yağını bir türlü elde edemez ancak gül suyu elde edebilir. Bu uğurda büyük servet harcayan İsmail Efendi bir süre sonra halka ve hatta ailesine alay konusu olur. Fakat kararlılığını sürdüren İsmail Efendi nihayet başarılı olur ve gül çiçeklerinden gül yağı üretmeyi başararak Isparta’da gülcülüğü başlatan kişi olarak tarihe geçer.

Gül Ekimi ve Hasadı

Hem kokusu hem de görüntüsü ile bulunduğu ortama pozitif enerji yayan güllerin ekimi genellikle sonbahar-kış aylarında yapılır. Tohum, çelik, daldırma ve aşı ile çoğaltılan güller humuslu toprak tipinde yetişir. Dallarından kesilen çelikler çeşitli ortamlarda köklendirilirler. Kök salan gül çelikleri güneş ve bol oksijen alabilecek bir ortama humuslu toprağa dikilmelidir.

Gül fideleri dikildikten sonra en çok dikkat edilmesi gereken konu gülü susuz bırakmamak ve fideleri dondan korumak için etrafını 20 santim kadar toprakla yükseltmek gerekmektedir. Sonbahar ayında dikilen çalılık bitkiler kış boyunca ne alarak hızlı bir biçimde serpilerek verim vermeye başlar. Çiçeklerin şahı olan gülü kuru dönemlerde sulamak gereklidir ki mayıs ve haziran aylarında çiçeklerin tüm görkeminin keyfi sürülebilsin.

“Suya versün bağban gülzârı, zahmet çekmesün,

Yüzün tek açılmaz tek, verse min gülzâre su…”

 

Bahçıvan bütün gül bahçesini suyla doldursun, zahmet çekmesin,

Senin yüzün gibi bir tane bile gül açılmaz, verse böyle bin gül bahçesine su.

 

Ârızın yâdıyla nem-nâk olsa müjgânım nola,

Zayi olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su…”

 

Yüzünü görebilme hasretiyle kirpiklerim nemlense ne çıkar?

Gül beklentisi içinde olanlar elbette dikenlere dökerler su.

    Fuzûlî (1480 - 1556)

Güller mayıs ve haziran aylarında, sabah çok erken saatlerde hasat edilir. Sabah gün aydınlanırken insanın içini büyük bir mutlulukla dolduran, elvan elvan kokular yayılan bahçeye varıldığında taptaze ve capcanlı olan gül çiçeklerinin yaprakları toplanır ve gözenekli heybelere konulur. Çiçeklerin canlılığını kaybedip çabuk kararmaması için çiçeklerin erken vakitte hasat edilmesi ve hava alabilecek sepet veya gözenekli heybelerde tutulması önem taşımaktadır. Hasat edilen çiçekler gül yağı çıkarma fabrikalarına satılarak bir sonraki işlem olan damıtma sürecine geçilir.

Gül Yağı Çıkarma İşlemi

Gül yağı, soğuk sıkım ve damıtma (distillation) yöntemleri ile elde edilir. Geleneksel yöntemlerle gül yağı çıkarma işlemi kaynatılan gül çiçeklerinin buharının soğutularak bir şişede toplanması (distillation - damıtma) işlemidir. Bunun için imbikli kazanlara ihtiyaç vardır. Kazanların içerisine su doldurulur ve içerisine belli miktarlarda gül çiçekleri konulur. Kazanların ağzı hava almaması için kil ile kapatılır.

Güller kaynamaya başladıkça kazan içerisinde oluşan buhar imbiklere doğru yönelir. İmbik ise soğuk su içerinden geçen bir boru olduğundan buharı ani soğutma işlemine tabi tutar. Soğuyan buhar tekrar sıvı hale dönüşerek büyük cam kavanozların içine dolar. Elde edilen gül özütü tekrar temiz kazanların içerisine konularak geçen seneden elde edilen gül sularıyla mayalandırılarak yeniden kaynatılır ve tekrar imbikten geçirme (distillation - damıtma) işlemine tabi tutulur. 

İmbikte yoğunlaşıp buharlaşan sonra tekrar soğuyup damla damla dökülen gül suyu özütü daha küçük cam fanuslarda biriktirilir. Bu damıtma işlemi tekrar tekrar yapılarak en son çıkan gül suyunun üzerinde biriken bir miktarlık gül yağı şırıngalarla çekilerek alınır. Distillasyon (damıtma) işlemi sırasında uyuklamak, damıtılan gül suyunun taşmasına sebep olur ve bütün emek boşa gider. Unutmamak gerekir ki yaklaşık 4 ton gül çiçeğinden yine yaklaşık olarak 1 kg gül yağı elde edilmektedir. Çok fazla hammaddeden çok az bir miktarda yağ edilmesinden dolayı gül yağı oldukça pahalı bir malzemedir. Günümüzde 1 kg’lık gülyağı yaklaşık olarak 50.000 liraya alıcı bulmaktadır. Geleneksel olarak damıtma işlemi imbikli kazanlarda ve cam fanuslarda yapılırken günümüzde bu işlemler fabrikalarda büyük damıtma kazanlarında gerçekleştirilmektedir.

Gülden elde edilen randımanın iyi olması için gülün erken saatlerde hasat edilmesi şarttır. Hasat edilen güller kantarlarda tartıldıktan sonra fabrikalarda otomatik kaynatılan kazanlara konularak kaynatılır, buharı yan taraftaki kazana soğutulup damıtılarak bu işlem bir silsile halinde sürerek en son gül yağının elde edildiği küçük kavanozlara biriktirilir. Bu şekilde daha verimli ve hızlı bir şekilde üretimi yapılan gül yağı çeşitli kalite testlerinden geçirilerek yurt dışı pazara satılabilecek hale getirilir. Isparta’da yıllık 1.5 – 2 ton aralığında gül yağı üretimi gerçekleştirilmektedir. Bu üretim kapasitesiyle Isparta Dünya gülyağı ihtiyacının % 65’ini karşılamaktadır. Gül yağı kozmetik ve özellikle parfüm endüstrisinin en temel ham maddesini oluşturmaktadır. Ispartalılar gül yağının büyük ekonomik getirilerinin farkında olduklarından çiftçiler kooperatifleşerek Gül Birlik firmasını ve Gül Yağı Üretim fabrikalarını kurmuşlar ve gül üretiminin sürdürülebilirliğini sağlamaktadırlar.

Isparta’da Gül ve Lavanta Festivalleri

Isparta’da gülcülüğün yanı sıra su istemeyen çiçekler de yetişmektedir. Bunlardan en dikkat çekeni lavantadır. Gül suyu seven bir bitki olmasına rağmen lavanta su istemeyen çalı bitkisidir. Her ikisi de yağı çıkartılarak parfüm ve kozmetik endüstrisinde kullanılmaktadır. Ekonomik değerinin yanı sıra bu çiçeklerin toplu ve çok miktarda ekimi ve hasatının yapılması duyusal bir şölen sunduğu için insanların dikkatini çekmeye başlamış ve yerel yönetimlerce Isparta’da gül ve lavanta hasadı festivalleri yapılmaya başlanmıştır. Çiçeklerin hasat dönemlerine tekabül eden tarihlerde gül festivali her yıl mayıs sonu haziran başında, lavanta festivali ise haziran sonu temmuz başı itibariyle tertip edilmektedir.

Gül yetiştiriciliği Isparta’nın Gönen ilçesine bağlı Güneykent kasabasında yoğunluklu olmakla beraber Keçiborlu ilçesi, Gülköy, Senir kasabası, Kılıç kasabası ve Kuyucak köylerinde yaygın olarak gerçekleştirilmektedir. Lavanta bahçeleri ise Kuyucak köyü, Kılıç kasabası ve Senir kasabasında yaygın olarak yapılmaktadır.

Gül alırlar gül satarlar,

Gülden terazi tutarlar,

Gülü gül ile tartarlar,

Çarşı pazarı güldür gül…

Seyit Nesimi

 

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.