Hacı Bektaş Veli Kimdir? Hacı Bektaş Türbesi Ziyaret Rehberi

Hacı Bektaş Veli Kimdir? Hacı Bektaş Türbesi Ziyaret Rehberi

Bu yazımızda Bektaşiliğin öncüsü Hacı Bektaş’ın hayatına ve Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan türbesine değineceğiz. Dergahtaki bölümler ve anlamları nedir, türbede neler göreceksiniz? ilginç ayrıntılar neler?

Kapadokya sadece doğal güzellikleriyle değil inanç turizmi olarak da çok büyük bir potansiyele sahiptir. Yüzlerce kiliseye ev sahipliği yapan bölge bir o kadar da islami yapılarıyla dikkat çekmektedir. Anadolu topraklarına büyük iz bırakmış Hacı Bektaş Kapadokya sınırlarında yaşamış çok önemli bir kişiliktir. Sekiz yüz yıl önce yaşamış olan Hacı Bektaş’ın bıraktığı miras bugün bile insanlık adına çok büyük önem arz etmektedir.

Bir milleti ayakta tutan en önemli unsurlardan biri kültürdür. Kültür, bir toplumu var eden, ona kimlik kazandıran ve gelecek kuşaklara aktarılan maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Milletlerin tarih sahnesinde güçlü bir şekilde var olabilmesi, kültürel miraslarını yaşatmaları ve korumalarıyla mümkündür. Türk kültürü de bu mirası kuşaktan kuşağa aktararak günümüze kadar taşımış ve birçok önemli şahsiyeti yetiştirmiştir. İşte bu isimlerden biri de, öğretileriyle topluma ışık tutan, insan sevgisi ve hoşgörüyü temel alan büyük düşünür Hacı Bektaş Veli’dir.

Hacı Bektaş Veli’nin sözleri

Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyıl Anadolu’suna damgasını vuran, fikirleriyle yalnızca yaşadığı dönemi değil, kendisinden sonraki kuşakları da etkileyen önemli bir düşünce insanıdır. Mevlana, Ahi Evran, Yunus Emre gibi isimlerle aynı dönemde yaşamış Hacı Bektaş Veli sadece bir inanç önderi değil, aynı zamanda hoşgörü, adalet ve eşitliği savunan bir bilge olarak da toplumumuza örnek teşkil etmiştir. Etkisi yalnızca Anadolu’yla sınırlı kalmamış, Balkan coğrafyasında da büyük saygıyla anılan bir önder olmuştur. Onun fikirleri, barış içinde bir arada yaşama kültürünü pekiştirmiş, Anadolu’daki kültürel dokunun şekillenmesine büyük katkı sağlamıştır.

Hacı Bektaş Veli’nin öğretileri, bugün hala insan sevgisi, kardeşlik ve hoşgörü ilkeleri etrafında yaşamaya devam etmektedir. O, düşünceleriyle yalnızca kendi çağını değil, çağlar ötesini de aydınlatan bir yol gösterici olmuştur. Şimdi gelin Hacı Baktaş Veli’nin hayatını kısaca ele alalım. Ardından Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan türbenin ayrıntıları inceleyelim. Kapadokya gezilecek yerler listenizde Hacı Bektaş mutlaka olsun…

Hacı Bektaş Kimdir?

Hacı Bektaş Veli, Anadolu'da 13. yüzyılda yaşamış büyük bir mutasavvıf, düşünür ve halk önderidir. O, Bektaşilik tarikatının öncüsü ve Alevi-Bektaşi inancının önemli figürlerinden biridir. Anadolu’nun İslamlaşmasında ve tasavvuf anlayışının yayılmasında büyük rol oynamıştır.

Hacı Bektaş Veli’nin doğum ve vefat tarihleri farklı kaynaklarda değişik şekillerde yer almaktadır. Bazı kaynaklara göre 1242 yılında doğmuş, Anadolu’ya 1270-1280 yılları arasında gelmiş ve 1337 yılında vefat etmiştir. Diğer bazı kaynaklarda ise doğum tarihi 1209, vefat tarihi ise 1271 olarak belirtilmektedir. Genel kabul gören bilgiye göre Hacı Bektaş 1209 yılında Horasan’ın Nişabur (İran’da) kentinde doğmuştur. O dönemde Horasan, büyük alimlerin, mutasavvıfların ve ilim adamlarının yetiştiği bir merkezdi. 1271 yılında ise Hacıbektaş’ta yani eski ismiyle Sulucakarahöyük’te vefat etmiştir.

Hacı Bektaş Veli’nin asıl adı Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata olarak geçer. Babası İbrahim Sani, annesi ise Hatem Hatundur. Babası İbrahim Sani’nin, o dönemin önemli alimlerinden biri olduğu ve tasavvufi bir çevrede yetiştiği bilinmektedir.

Hacı Bektaş Veli’nin doğum ve vefat tarihleri farklı kaynaklarda değişkenlik göstermesinin sebebi onun yaşadığı döneme ait doğrudan yazılı belgeler bulunmamasıdır. Bu yüzden Hacı Bektaş’ın tarihi kimliğini kesin olarak belirlemek zordur. Hakkındaki bilgiler, ancak ölümünden sonra kaleme alınan eserlerden elde edilmektedir.

En eski kaynaklardan biri, XIV. yüzyılda Elvan Çelebi’nin “Menâkıbü’l-kudsiyyeadlı eseri olup burada Hacı Bektaş Veli hakkında önemli ipuçları verilmiştir. Aynı dönemde yazılan Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbü’l-Arifînadlı kitabı, Mevlevilik açısından önemli olduğu kadar Hacı Bektaş Veli’ye dair kısa ancak kıymetli bilgiler içermektedir. XV. yüzyılda kaleme alınan Vilâyetnâme, onun menkıbelerini ve Bektaşilik inancının temellerini anlatan en kapsamlı eserlerden biri olup, günümüzde Alevi-Bektaşi kültüründe büyük bir öneme sahiptir. Ayrıca Aşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmanadlı eseri, Hacı Bektaş Veli’nin hayatına dair en gerçekçi bilgileri içeren kaynaklardan biri olarak kabul edilmektedir.

Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya geliş süreci, XIII. yüzyıldaki Moğol istilaları sırasında gerçekleşen büyük derviş göçleri ile bağlantılıdır. Horasan’dan gelen Kalenderi ve Melameti dervişleriyle aynı tasavvufi ekol içinde yer aldığı ve Anadolu’ya bu zümrelerle birlikte göç ettiği düşünülmektedir. Ayrıca, pek çok Türkmen şeyhi gibi, muhtemelen kendisine bağlı bir Türkmen aşiretiyle Anadolu’ya gelmiş ve bu topluluk içerisinde fikirlerini yaymıştır. Osmanlı tahrir defterlerine dayanan araştırmalar, Hacı Bektaş Veli’ye bağlı geniş bir Bektaşlı oymağının varlığını ortaya koymuştur. Onun düşünceleri zamanla Bektaşilik ve Alevilik inançlarının temel taşlarından biri haline gelmiş, Osmanlı döneminde özellikle Yeniçeri Ocağı’nın manevi önderi kabul edilerek devletin önemli kurumlarından birinde etkili olmuştur. Hem Anadolu’da hem de Balkanlar’da geniş bir kitleye hitap eden öğretileri, günümüzde de hoşgörü, insan sevgisi ve eşitlik gibi evrensel değerlerle yaşatılmaktadır.

Hacı Bektaş Veli, genç yaşlarından itibaren iyi bir eğitim almıştır. Horasan’da, dönemin ünlü mutasavvıflarından biri olan Lokman Perende’nin öğrencisi olmuştur. Lokman Perende ise, büyük İslam alimi ve mutasavvıf Ahmed Yesevi’nin öğrencilerindendi. Bu nedenle Hacı Bektaş Veli’nin düşüncelerinde ve öğretilerinde Yesevilik etkisi büyük rol oynamıştır.

Hacı Bektaş Veli, Anadolu Selçuklu Devleti’nin siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda sarsıntılar yaşadığı, yönetimde bölünmelerin baş gösterdiği bir dönemde Anadolu’ya gelmiştir. O, Anadolu’nun zorlu şartlarına rağmen birlik ve beraberliği savunan, insanları hoşgörü ve sevgi etrafında birleştiren bir bilge olarak öne çıkmıştır.

Orta Anadolu’da çeşitli bölgeleri dolaştıktan sonra Kırşehir’in Sulucakarahöyük (sonradan Nevşehir’in ilçesi olmuştur) (Hacımköy) bölgesine yerleşmiş ve burada kendi düşünce sistemini geliştirdiği bir bilim ve öğreti merkezi kurmuştur. Hacı Bektaş Veli, yalnızca tasavvufi öğretileriyle değil, aynı zamanda Anadolu’nun kültürel yapısını özümseyerek geliştirdiği fikirleriyle de önemli bir rol oynamıştır. Yetiştirdiği öğrencilerle toplumun manevi yapısını güçlendirmiş, ilerleyen yıllarda Yeniçeri Ocağı’nın manevi önderi olarak kabul edilmesiyle Osmanlı askeri teşkilatına da dolaylı olarak etki etmiştir.

Hacı Bektaş’taki İnsanın Cemali Tablosu

Onun ortaya koyduğu öğretiler, katı kurallara ve bağnazlığa karşı durarak her döneme uyarlanabilir, çağın ruhuna hitap eden bir anlayışa dönüşmüştür. "İnsan-ı kamil" (olgun insan) olmanın yollarını öğreten Hacı Bektaş Veli, öğrencilerine dört kapı kırk makam öğretisini anlatarak, insanın manevi tekamülünü nasıl tamamlaması gerektiğini göstermiştir.

Onun amacı sadece insanlara Allah’ı tanıtmak değil, aynı zamanda nefislerine hakim olmayı öğretmek ve gerçek anlamda ahlaki bir olgunluk kazanmalarını sağlamak olmuştur. Bugün hala fikirleriyle insanlığa ışık tutan Hacı Bektaş Veli, barış, sevgi ve hoşgörü kavramlarını temel alan düşünceleriyle Anadolu’nun manevi mimarlarından biri olmaya devam etmektedir.

"Hacı Bektaş" İsminin Kökeni ve Anlamı

Hacı Bektaş Veli’nin adındaki "Hacı Bektaş" unvanının kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, birkaç farklı görüş bulunmaktadır. "Hacı" kelimesi, bazı kaynaklara göre onun hac farizasını yerine getirdiğini ifade ederken, bazı tasavvufi yorumlara göre ise manevi bir mertebeyi simgelemektedir. Ayrıca, Anadolu’da Horasan’dan gelen önemli mutasavvıflara "Hacı" unvanı verilmesi yaygın bir uygulamaydı. "Bektaş" ismi ise, Orta Asya ve Horasan bölgelerinde yaygın bir Türk ismidir ve genellikle "güçlü, bilge kişi" anlamında kullanılmıştır. Bazı tarihçiler, Bektaş isminin onun gerçek adı olduğunu, bazılar ise bu unvanın halk tarafından sonradan ona verildiğini öne sürmektedir. Halk arasında benimsenen bu isim, zamanla "Hacı Bektaş" şeklinde kalıplaşmış ve onunla özdeşleşmiştir.

Hacı Bektaş Veli Türk mü?

Hacı Bektaş Veli'nin Türk olduğu genel kabul gören bir görüştür. Ancak onun kökeniyle ilgili farklı yorumlar da bulunmaktadır. Hacı Bektaş Veli, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur. Horasan, o dönemde Türklerin yoğun olarak yaşadığı, İslam’ı kabul etmiş ve büyük mutasavvıflar yetiştirmiş bir bölgeydi. Üstelik Hacı Bektaş, Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi’nin takipçilerinden biri olarak yetişmiştir. Ahmet Yesevi’nin öğretileri, Türk tasavvuf geleneğinin en önemli kaynaklarından biridir ve öğrencileri genellikle Türk kökenlidir. Ayrıca adı Türk isimlerinden biri olan “Bektaş” tır ve bu isim Orta Asya Türk kültüründe yaygın olarak kullanılan bir isimdir.

Fakat farklı görüşler de var. Bazı araştırmacılar, onun Seyyid yani Hz. Muhammed’in soyundan geldiğine dair iddiaların olduğunu belirtmektedir. Ancak bu konuda kesin bir belge bulunmamaktadır ve tarihçilerin büyük çoğunluğu Hacı Bektaş Veli’nin bir Türk mutasavvıfı olduğu konusunda hemfikirdir.

Hacı Bektaş Veli Bektaşiliğin Kurucusu mu?

Hacı Bektaş Dergahının sekiz köşeli tavanları

Teknik olarak Hacı Bektaş Veli, Bektaşiliğin kurucusu değildir. O, XIII. yüzyılda Anadolu’da tasavvufi düşünceleriyle öne çıkan bir mutasavvıf ve derviştir. Öğretileri, Alevi-Bektaşi inancının temel taşlarından biri olmuş, ancak yaşadığı dönemde doğrudan bir tarikat kurmamıştır.

Bektaşiliğin kurumsallaşması ise XVI. yüzyılda Balım Sultan tarafından gerçekleştirilmiştir. Balım Sultan, Osmanlı yönetiminin desteğiyle Bektaşilik tarikatını bir sistem haline getiren ve düzenleyen kişidir. Onun döneminde Bektaşilik, kuralları, ritüelleri ve iç hiyerarşisi belirlenmiş bir tarikat haline gelmiştir. Bu nedenle Balım Sultan, Bektaşiliğin ikinci piri olarak anılır ve tarikatın gerçek kurucusu kabul edilir.

Ancak Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli’nin öğretilerine dayandığı için, halk arasında onun tarikatın kurucusu olduğu algısı yaygındır. Gerçekte ise o, daha çok bir tasavvuf lideri ve ilham kaynağı olarak kabul edilmelidir. Hacı Bektaş Veli, hoşgörü, insan sevgisi, eşitlik ve adalet gibi kavramları ön planda tutan bir tasavvuf anlayışı geliştirmiştir. Bu nedenle onun öğretileri, özellikle halk arasında büyük kabul görmüştür.

Öğretileri şu temel prensiplere dayanır:

  • İncinsen de incitme.
  • Kadınları okutunuz, onlara değer veriniz.
  • Eline, beline, diline sahip ol.
  • Her ne ararsan kendinde ara.
  • Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.

Bu öğretiler, zamanla Bektaşilik tarikatının temel felsefesini oluşturdu. Ancak Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli’nin doğrudan kurduğu bir tarikat değil, onun öğretileri üzerine daha sonraki yüzyıllarda Balım Sultan tarafından kurumsallaştırılan bir yapıdır. (Bektaşilik konusunu başka bir yazıda ele alacağız.)

Hacı Bektaş Veli’nin Eserleri

Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu düşünülen önemli eserlerden bazıları şunlardır:

  • Makalat: Hacı Bektaş Veli’nin düşüncelerini ve tasavvufi öğretilerini içeren en önemli eseridir.
  • Şerh-i Besmele: Besmele’nin tasavvufi açıklamalarını içerir.
  • Fatiha Tefsiri: Fatiha Suresi’nin yorumlarını içeren bir metindir.
  • Makalat-ı Gaybiye ve Kelimat-ı Ayniye: Tasavvufi öğretilerine dair mistik yorumlar içerir.

Bu eserler, onun düşüncelerinin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.

Hacı Bektaş Veli’nin Ölümü

Hacı Bektaş Veli’nin 1271 veya 1272 yıllarında Sulucakarahöyük’te vefat ettiği kabul edilmektedir. Türbesi, Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde yer almaktadır ve günümüzde önemli bir ziyaret noktasıdır.

Onun vefatından sonra öğretileri Alevi-Bektaşi toplulukları tarafından benimsenmiş ve özellikle Osmanlı döneminde Yeniçeri Ocağı’nın manevi lideri olarak kabul edilmiştir. Yeniçeriler, Bektaşilik usulüne göre yetiştirilmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin adına bağlılıklarını sürdürmüş ve onun öğretilerini benimsemişlerdir.

Hacı Bektaş Veli’nin öğretileri ve felsefesi, bugün hala Alevi-Bektaşi toplulukları ve genel olarak Türk halkı üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Onun düşünceleri, barış, hoşgörü ve insan sevgisini temel alarak toplumsal birlikteliği güçlendirmeye devam etmektedir.

Her yıl 16-18 Ağustos tarihleri arasında Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri düzenlenir ve binlerce insan türbesini ziyaret eder. UNESCO tarafından da “Hacı Bektaş Veli Yılı” ilan edilen 2021 yılı, onun evrensel mirasını bir kez daha hatırlatmıştır.

Hacı Bektaş Veli, yalnızca bir mutasavvıf değil, aynı zamanda toplumun birlik içinde yaşamasını öğütleyen büyük bir düşünürdür. Anadolu’da hoşgörünün, barışın ve kardeşliğin mimarlarından biri olmuş ve günümüzde de etkisi devam etmektedir.

"Ne ararsan kendinde ara" diyerek insanın kendini tanımasını ve olgunlaşmasını teşvik eden bu büyük şahsiyet, Anadolu’nun manevi mimarlarından biri olarak her daim hatırlanacaktır. Onun en sevdiğim dörtlüğünü yazıp sonrasında türbesini anlatalım.

Hararet nardadır, sacda değildir,

Keramet baştadır, tacda değildir.

Her ne arar isen kendinde ara,

Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.

Hacı Bektaş Türbesi Ziyaret Saatleri

Türbe haftanın yedi günü ziyarete açıktır. Sabah 08:00 ile akşam 19:00 arası Hacı Bektaş Türbesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Hacı Bektaş Türbesi’ne giriş ücretsizdir.

Türbe Nevşehir merkeze 45 km mesafede bulunan türbe Kapadokya bölgesindeki birçok noktaya yakındır. Kendi özel aracınızla ziyarete giderseniz aracınız için otopark mevcut.

Konum için TIKLAYINIZ

Hacı Bektaş Veli Külliyesi ve Türbesi

Hacı Bektaşi Veli Dergahı 

Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesindeki dergah Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzelerinden biridir. Anadolu inanç turizminin en önemli noktalarından biri olan külliye 2012 yılında UNESCO Geçici Miras Listesi’ne eklenmiştir.

Bektaşilik tarikatının manevi ve idari merkezi, Pir Evi olarak da anılan Hacı Bektaş Veli Dergahı’dır. Bu dergah, Bektaşiliğin doğduğu ve yayıldığı en önemli merkezdir. Burada Bektaşi dervişleri eğitilir, tarikatın kuralları öğretilir ve Bektaşi geleneği yaşatılırdı. Ayrıca dergah, yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda bir eğitim ve kültür merkezi işlevi de görürdü. Günümüzde Hacı Bektaş Veli Dergahı, müze olarak hizmet vermekte ve her yıl binlerce ziyaretçi ağırlamaktadır.

Hacı Bektaş Veli’nin ebedi istirahatgahı olan, dergah ve türbenin yer aldığı külliye, 1964 yılında müzeye dönüştürülmüş ve günümüzde etnografya müzesi niteliğinde ziyaretçilere sunulmaktadır. Burada yalnızca mimari ve sanat eserlerini değil, aynı zamanda Bektaşi geleneğinin günlük hayatta kullandığı eşyalar, hat sanatı örnekleri ve el yazmaları gibi tarihi mirasları da görmek mümkündür. Bu müze, Hacı Bektaş Veli’nin öğretilerini ve Bektaşi kültürünü anlamak isteyenler için önemli bir ziyaret noktası olmaya devam etmektedir.

Daha türbeye girmeden yaklaştığınızda şöyle dikkatlice bir bakmalısınız. Sivri külahların yükseldiği buram buram Selçuklu mimarisi bizleri karşılıyor. Külliyenin girişindeki Çatal Kapı’ya yani ana kapıya gelmeden hemen meydanda sağ elini yukarı kaldırır şekilde Hacı Bektaş’ın heykelini görüyorsunuz. Burada bir fotoğraf çektirmemek olmaz…

Çatal Kapı’dan içeriye giriyoruz şimdi…

Çatal Kapı (Cümle Kapısı)

Pir Evi / Hacı Bektaş Veli Dergahı, üç ana bölümden oluşmaktadır: Nadar Avlusu (1. avlu), Dergah Avlusu (2. avlu) ve Hazret Avlusu (3. avlu). Dergaha giriş, Çatal Kapı olarak da bilinen Cümle Kapı aracılığıyla yapılmaktadır. Ayrıca dergahın 3 önemli kapısı var ki; Üçler Kapısı, Altılar Kapısı ve Kırklar Kapısı. Bunları sırayla göreceğiz.

Hacı Bektaş Veli Dergahı’na açılan Çatal Kapı (Cümle Kapısı), yalnızca bir giriş değil, aynı zamanda Bektaşi öğretisinin derin anlamlar taşıyan sembollerinden biridir. Türk yapı sanatının önemli örneklerinden biri olan bu kapı, ilk olarak 1920’de Mimar Ali Rıza Bey tarafından inşa edilmiş, 1960 yılında ise orijinaline sadık kalınarak yeniden yapılmıştır. Yeni kapının tasarımında, Meydan Evi’nde sergilenen taş baskıdaki kapı örnek alınmış, kanatlarına ise geleneksel sekizgen motifler işlenmiştir. Çatal kapının onarımından önce üzerinde anlamlı bir yazı yer almaktaymış ama bugün yok. Ve o anlamlı yazının son cümlesi ise şuymuş:

"Burası aşıkların kabesidir. Eksik gelen tamam olur."

Eskiden tören günlerinde Çatal Kapı’nın iki yanında bayrak direkleri bulunurmuş. Bu direklerden birine Türk bayrağı, diğerine ise zemininde Zülfikar resmi bulunan, kırmızı-beyaz-yeşil renklerden oluşan Bektaşi tarikat sancağı çekilirmiş. Bu bayraklar, dergahın hem manevi hem de kültürel bir merkez olduğunun göstergesiymiş.

Bektaşi geleneğinde kapılar büyük bir manevi öneme sahiptir. Çatal Kapı’dan içeri giren bir derviş, ayaklarını mühürleyerek mürşidine saygısını gösterirdi. Ayak mühürlemek, dervişin mürşidinin huzurunda emrinden ayrılmayacağına, ondan gelen öğütleri tam anlamıyla kabul ettiğine dair bir duruş biçimiydi. Türbelerden çıkarken eşiklere basılmaması ve geri geri çıkılması da bu saygının bir göstergesiydi. Çünkü Bektaşilik inancında eşik kutsaldır; kişiyi Hakk’a ulaştıran kapıdır.

Bektaşi öğretisine göre, insan 4 Kapı 40 Makam’dan geçerek olgunlaşır. Çatal Kapı, bu öğreti içinde ilk kapıyı, yani Şeriat Kapısı”nı simgeler. Şeriat Kapısı, dört elementten hava ile ilişkilidir ve bu kapıda olanlar "Abid İnsan" olarak tanımlanır. Bu aşamada birey, yalnızca kendisini düşünür, kendi benliğiyle meşguldür ve henüz hakikate ermemiştir. Şeriat Kapısı’nda insan, “El oğlu” yani anne ve babasının evladı olarak kabul edilir ve maddi dünyaya bağlıdır. Bu mertebede kişinin düşüncesi “Seninki senin, benimki benim” anlayışıyla şekillenir. Ancak kapıdan geçen kişi, manevi yolculuğa başlamış, Allah’a giden yolda ilk adımını atmış olur.

Bektaşi geleneğinde bir söz vardır:
"Sen yol gitmemişsin! O yüzden göstermemişler. Yoksa kim bu kapıyı çaldı da ona açmadılar!" (Kitab-ül Fevaid)

Bu söz, Çatal Kapı’nın yalnızca bir geçiş noktası olmadığını, hakikati arayan herkesin önce kendi nefsini eğitmesi gerektiğini anlatır. Hacı Bektaş Veli’nin dergahına girenler için bu kapı, dış dünyadan iç dünyaya, maddeden manaya geçişin bir sembolüdür. Kamil insan olma yolunda ilk adımdır ve ancak bu kapıyı geçenler, hakikatin ışığına doğru ilerleyebilir.

Nadar Avlusu (1. Avlu)

Çatal Kapı’dan içeri adım attığımızda bizleri ilk avlu olan Nadar Avlusu karşılıyor. Nadar “Altın” anlamına gelmektedir. Burası dergaha gelenlerin ilk karşılandığı, gözetildiği ve manevi yolculuğa adım attığı yer olarak kabul edilir. Nadar Avlusu dergahın giriş bölümü olup, misafirlerin, derviş adaylarının ve ziyaretçilerin ilk durak noktasıdır. Bizim de ilk durak noktamız oluyor. 1. Avlu oldukça geniş.

Avlunun sol tarafında, geçmişte dergahın atlarının ve hayvanlarının bakımının yapıldığı “At Evi” varmış. Burası aynı zamanda, dergahın tarım işlerinden ve Dedebağı ile Hanbağı’nın yönetiminden sorumlu bir merkezmiş. Ancak günümüze, At Evi’nden temel izleri dahi kalmamıştır.

Nadar Avlusu’na girildiğinde, sağ tarafta “Üçler Çeşmesi” olarak bilinen tarihi bir çeşme yer almaktadır. Burası ilk dikkatinizi çeken yer olacaktır. Fevzi Baba Çeşmesi olarak da anılan bu yapı, 1897 yılında inşa edilmiştir. Çeşmenin üç kurnalı oluşu, Allah, Muhammed ve Ali’yi simgeleyecek şekilde tasarlanmıştır. Üçler Çeşmesi üzerinde yer alan Mühr-ü Süleyman motifi, bir çember içinde iç içe geçmiş ters ve düz üçgenlerden oluşan altı köşeli yıldız şeklindedir. Bu sembol, doğayı oluşturan dört temel unsuru temsil eder:

  • Tepe noktası yukarıya bakan üçgen "Ateş"i,
  • Tepe noktası aşağıya bakan üçgen "Su"yu,
  • Ateş üçgeninin tabanı ile kesişen su üçgeni "Hava"yı,
  • Su üçgeninin tabanı ile kesişen ateş üçgeni "Toprak"ı simgeler.

Bu öğelerin bir altıgen içinde birleşmesi, evrendeki zıtlıkların, karşıtlıkların ve değişimin uyum içinde bir bütün oluşturduğunu ifade eder. Aynı zamanda, kozmik birliğin, evrensel düzenin ve varoluşun iç içe geçmiş denge prensibini simgeleyen bir tasavvufi öğedir.

Çeşmenin sağ tarafındaki kapıdan geçildiğinde Ekmek Evi’ne ulaşılır. Günümüzde sadece temelleri kalan bu yapı, dergahın en önemli bölümlerinden biri olup, ekmek üretiminin yapıldığı yerdi. Ekmek Evi’nin asıl giriş kapısı, Dergah Avlusu’nda (2. Avlu), Aslanlı Çeşme’nin sol tarafında bulunmaktadır.

Nadar Avlusu’nda yer alan bir diğer önemli yapı ise Banyo-Çamaşırhane bölümüdür. Burası, dervişlerin ve babaların banyo yapıp giysilerini yıkadığı alan olarak kullanılmıştır. Yapının ilk bölümü çamaşır yıkama alanı, ikinci bölümü ise banyo için ayrılmış küçük bir odadan oluşmaktadır. Ancak bu bölüm günümüzde ziyarete kapalıdır.

Dergah Avlusu (2. Avlu)

Şimdi Üçler Kapısı’ndan geçerek Dergah Avlusu’na yani 2. Avlu’ya geçiyoruz. Üçler Kapısı Dergah Avlusu’na açılan kapıdır ve tıpkı Üçler Çeşmesi gibi Allah-Muhammed-Ali’yi simgeleyen manevi bir geçittir. Hacı Bektaş Veli’nin “4 Kapı 40 Makam” öğretisinde, Kamil İnsan olma yolundaki ikinci aşama olan "Tarikat Kapısı"nı temsil eder.

Tarikat Kapısı, dört elementten “ateş” ile ilişkilidir ve bu kapıdan geçenler “Zahid İnsan” olarak tanımlanır. İnsan bu aşamada artık "el oğlu" olmaktan çıkıp "yol oğlu" olur, yani kendi benliğinden fedakarlık ederek belirli bir öğretiye bağlanır. Bu noktada kişi, “seyr billah” (Allah ile birlikte yürümek) bilincine ulaşır.

Tarikat seviyesinin ana fikri “Seninki senin, benimki de senin” anlayışıyla özetlenir. Alevi-Bektaşi geleneğinin kuralları, töreleri ve temel ilkeleri bu aşamada öğrenilir. Tarikat Kapısı, kişinin Hak yoluna girdiği, eğitim ve aydınlanmanın başladığı kapıdır. Buradan geçenler, artık hakikatin peşinde yürüyen bir yol eri olmaya adaydır.

Dergah Avlusu asıl hizmetlerin görüldüğü yer olup burada Meydan Evi, Aş Evi, Mihman Evi, Kiler Evi, Ekmek Evi, Dede Baba Köşkü, Aş Evi Baba Köşkü, Tekke Camii, Meydan Havuzu ve Aslanlı Çeşme yer almaktadır. Avluya girdiğinizde hemen sağ tarafa yönelince Aslanlı Çeşme’yi görüyorsunuz.

Aslanlı Çeşme, üzerinde yer alan iki kitabe ile geçmişin izlerini taşıyan önemli bir yapıdır. En eski kitabesinde, 1554 yılında Malkoç Bali İbn-i Ali Hazretleri adına yaptırıldığı belirtilmektedir. Aslan heykelinin üzerinde yer alan ikinci kitabe ise 1853 yılına tarihlenmekte olup, heykelin buraya o dönemde yerleştirildiğini ve Kerbela anısına yapıldığını ifade etmektedir. Halk arasında Aslanlı Çeşme’nin suyunun şifalı olduğuna inanılır. O yüzden gelen ziyaretçiler şişelerini hazırlar ve bu şifalı sudan içip yakınlarına götürürler.

Aslanlı Çeşme ve Aş Evi’nin kitabelerinden yola çıkıldığında, bu yapıların Malkoçoğlu Bali Bey’in 1514 yılındaki vefatından sonra inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, kitabelerde vurgulanan en önemli hususlardan biri, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Rumeli’de “Gaziyan-ı Rum” geleneğini sürdüren akıncı beylerinin, Hacı Bektaş Veli’ye olan bağlılıklarını devam ettirdiğidir. Bu bağlılık, yalnızca Anadolu ile sınırlı kalmamış, Rumeli ve Balkanlar’daki Bektaşi tekkeleri aracılığıyla da sürdürülmüştür.

Dergah Avlusunda (2. avlu) hemen önünüzde göreceğiniz havuz yani “Meydan Havuzu”, Üçler Çeşmesi ve Aslanlı Çeşme’den gelen suların biriktiği havuzdur. Kare planlı olan bu havuz, Hüseyni taçlı ve üçgen alınlıklı bir kitabe içermektedir. İkinci avlunun girişinde yer alan ve Meydan Havuzu olarak bilinen bu yapı, 1908 yılında, Tepedelenli Hacı Feyzullah Dedebaba’nın aracılığıyla, Arnavut kökenli Bektaşilerden Beyrut Valisi Halil Paşa’nın eşi tarafından yaptırılmıştır.

Havuzun üzerindeki kitabede, Mehmed Esad Mucuri imzalı sülüs hat ile yazılmış yazılar bulunmaktadır. Kitabenin üzerinde, damla şeklinde istiflenmiş "Maşallah" ibaresi dikkat çekerken, hemen yanında hicri 1326 (1908) ve rumi 1324 tarihleri yer almaktadır. Kitabenin yazarı olarak geçen “Remzi” mahlası, Üsküdar Mevlevihanesi’nin son postnişini Ahmed Remzi’ye işaret etmektedir.

Dergah Avlusunda Aslanlı Çeşme’den ileri yürüdüğünüzde Kahveci Baba mezarı karşınıza çıkar. Aslında siz bunu fark etmezsiniz bile. Rivayete göre dergahta görev yapan Kahveci Baba “Sağlığımda kahve döverken çıkardığım sesle herkesi rahatsız ettim, ölünce beni ayaklar altına gömün mezarımın üstüne bassınlar” diye vasiyet bırakmıştır. Bu yüzden kendisi buraya gömülmüştür.

Kahveci Baba’nın mezarını geçer geçmez sağınızda Aş Evi’ni göreceksiniz. Burası Meydan Evi’nden sonra en önemli ikinci yapıdır. Dergahta en önde gelen kişi Dede Baba ve sonrasında ise Aş Evi Babası idi.

Hacı Bektaş Veli Dergahı’nda lokmaların pişirildiği ve nefis terbiyesinin verildiği yer olan Evi, Alevi-Bektaşi geleneğinde büyük bir öneme sahiptir. Burada, kutsal kabul edilen "Kara Kazan" sergilenmektedir. Alevi-Bektaşi inanışına göre, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin nefesi ve himmeti, Kara Kazan’ın üzerinde kıyamete kadar bereket ve bolluk sağlayacaktır.

Kara Kazan, yalnızca Muharrem ayında, özellikle de Muharrem’in 12. günü (Aşure Günü) aşure pişirmek için ve hilafet erkanlarında kullanılmıştır. Bu kazanda pişirilen aşure, Aş Evi’nin önünde dergahın babalarına, dervişlerine ve gelen misafirlere, dualar ve gülbanklar eşliğinde ikram edilirmiş. Sadece dergah içindekilerle sınırlı kalmayan bu gelenek, Hacıbektaş halkına da aşure dağıtılması ve tarikat mensuplarının yaşadığı uzak bölgelere kadar gönderilmesiyle daha geniş bir anlam kazanmıştır.

Aş Evi, sadece bir mutfak değil, aynı zamanda manevi bir eğitim merkezi niteliğindedir. Ocakta yemek pişer, dergahta gönüller pişer… Burada Halife Kazanları, diğer kazanlar ve mutfakta kullanılan araç gereçler sergilenmektedir. Ayrıca Aş Evi içerisinde: Aş Evi Baba Odası, Kiler Odası, Et Soğutma Bölümü, Bulaşık Yıkama Yeri bulunmaktadır.

Aş Evi’ne girişte sağ tarafta yer alan türbe, Aş Evi Baba Türbesi’dir. Ayrıca Aş Evi ile Aslanlı Çeşme’nin üst bölümünde yer alan Aş Evi Baba Köşkü, günümüzde Müze İdari Binası olarak kullanılmaktadır.

Aş Evi’nin hemen karşısına yürüdüğünüzde ise dergahın en önemli kısmı olan Meydan Evi’ni göreceksiniz. Alçak bir kapıdan içeri giriyorsunuz ki zaten burada kapılar hep alçak. Meydan Evi tarikat mensuplarının ikrar vererek yola kabul edildikleri, Cem ayinlerinin yapıldığı kutsal mekandır. Kitabesine göre 1367 yılında Ahi soyuna mensup Murat Hüdavendigar (Sultan I. Murat) tarafından yaptırılmıştır.

Meydan Evi’nin en önemli özelliği, Dedebaba’nın bu evin babası olmasıdır. Dedebaba, dergahın en yetkili babasıdır ve diğer evlerin babaları Meydan Evi’ne yani Dede Baba’ya karşı sorumludur. Bektaşi öğretisinin özü, tarikatın sırları ve yola giriş ritüelleri burada gerçekleştiği için, burası “Serçeşme’nin kalbi” olarak kabul edilmektedir.

Meydan Evi’nin kapısı ve Meydan Odası’nda yer alan ocağın yönü, her doğan günle yenilenmeyi ve değişimi simgelemesi için bilinçli bir tercih olarak doğuya bakacak şekilde tasarlanmıştır. Bu yönlendirme, Orta Asya’daki eski Türk inanışlarında güneşin kutsal kabul edilmesi ve ona saygı gösterme ritüellerinin Anadolu’da hala yaşadığının bir göstergesidir. Güneşin doğuşu, Alevi-Bektaşi inancında kıble yönü gibi kabul edilmiş ve manevi aydınlanmanın, hakikate ulaşmanın bir işareti olarak görülmüştür. Bu anlayış, Güneş’in hakikati temsil etmesi fikriyle birleşerek Meydan Evi’nin ruhuna şekil vermiştir.

Meydan Evi’nin mimarisi de derin anlamlar barındırmaktadır. Bindirme kubbe şeklindeki üst örtüsü, evrenin bir minyatürü olarak tasarlanmış ve mikrokozmosu temsil etmiştir. Bektaşi geleneğinde evren ve insan arasındaki kozmik denge, bu mimari detaylarla anlatılmaktadır.

Meydan Evi, dört ana bölümden oluşmaktadır: Giriş, Meydan Odası, Baba Odası, Mutfak.

İçeride, Hacı Bektaş Veli, Balım Sultan ve Bektaşi önderlerine ait tablolar, Çerağ tahtı (Çerağ: ışık, kandil, lamba demek) Hacı Bektaş Veli’nin makamını simgeleyen Horasan postu ile On İki Makam Postları, Fatma Ana Ocağı, Bektaşi derviş ve babalarına ait eşyalar, Cem törenlerinde kullanılan çerağlar, nefirler, saz takımları ve hat eserleri sergilenmektedir.

Meydan Odası, bir bütün olarak Evren’i temsil eden kutsal bir mekandır. Dergahtaki ve diğer Bektaşi Meydan Odalarında, Horasan Postu, Mürşid Postu, Rehber Postu, Çerağ Tahtı, Meydan Taşı ve Ocak belirli yönlerde ve sabit yerlerde bulunmalıdır.

Meydan Odası’na girildiğinde, tam karşıda mermerden yapılmış bir ocak yer alır. “Küre Makamı” olarak da anılan bu ocak, aynı zamanda “Fatma Ana Ocağı” olarak bilinir. Bektaşilik öğretisinde ocak, çiğlerin piştiği, hamların olgunlaştığı bir makamdır ve Hz. Fatıma’yı simgelemektedir. Ocağın sağ tarafı İmam Hüseyin Makamı, sol tarafı ise İmam Hasan Makamı olarak adlandırılır. Bu düzen, Alevi-Bektaşi geleneğindeki manevi yapıyı yansıtmakta ve evrensel dengeyi temsil etmektedir.

Meydan Odası’nda, Çerağ Tahtı’nın sağında ve solunda yer alan On İki Post, Bektaşi hiyerarşisini ve hizmet düzenini simgeler. Ocağın sağında İmam Hüseyin Makamı, solunda ise İmam Hasan Makamı bulunmaktadır.

  • İmam Hüseyin Makamı’nda: Mihman Evi Postu (Hızır Peygamber), Ayakçı Postu (Abdal Musa Sultan), Kurbancı Postu (Hz. İbrahim), Kahveci Postu (Şah Şazeli), Kilerci Postu (Kolu Açık Hacim Sultan), Türbedar Postu (Karadonlu Can Baba) yer alır.
  • İmam Hasan Makamı’nda: Baba Postu (Horasan Postu), Aşçı Postu (Seyyid Ali Sultan), Ekmekçi Postu (Balım Sultan), Nakip Postu (Kaygusuz Abdal), Atacı Postu (Kanber Ali), Meydancı Postu (Sarı İsmail) bulunmaktadır.

Bu On İki Post, On İki İmamlar’a bağlılığı temsil eder ve dergahta babalar, hiyerarşik düzene göre kendi makam postlarına otururdu. Belirtelim ki Horasan Postu Hacı Bektaş Veli’nin makamını simgeler ve Meydan Odası’nın en önemli postudur. Törenler bu posta niyaz ile başlar ve biter. Kapının sol tarafında yer alması, makamların ve statülerin öneminin olmadığını, kişinin kibirden arınması gerektiğini anlatır.

Horasan Postu’nun önünde Meydan Taşı (Mürüvvet Taşı) bulunur. Bu taş, Bektaşi erkanında suçu olanların terbiye edildiği ve cezalandırıldığı bir makamdır. Ayn-ül Cem’lerde Kolu Açık Hacim Sultan’ın makamı olarak kabul edilir. Bektaşilik geleneğinde postlar, öğretinin temel taşları olup, tarikatta eğitici ve manevi rehberlik sağlayan kutsal değerlerdir.

Bektaşi meydanları, tasavvufi ve kozmik sembollerin en yoğun şekilde kullanıldığı yerlerdir. Yaşamın içindeki her şeyin bir anlam taşıdığı Bektaşi geleneğinde, buradaki semboller de manevi yolculuğun ve tarikata girişin çeşitli aşamalarını yansıtmaktadır.

Meydan Evi’nin çatısı ise geleneksel örtü sistemlerinden farklı olarak, Eski Türk mimarisinde sıkça rastlanan “Kırlangıç Tavan” tekniği ile inşa edilmiştir. Dokuz katlı bu örtü sistemi, eski Türk inanışlarında göğün dokuz kat olduğunu simgeler. Anadolu’nun farklı bölgelerinde rastlanan 7, 9, 12 ve 16 katlı tavan yapıları da bu geleneğin bir parçasıdır.

1826 yılında II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasının ardından Meydan Evi kapatılmış ve Bektaşi erkanları burada bir daha icra edilememiştir. Meydan Evi’nin kapatılmasıyla birlikte, Dedebabalık makamı da Kiler Evi Babası’na devredilmiştir.

Meydan Evi ile aynı hizada bulunan diğer yapılar ise Mihman Evi ve Kiler Evi’dir. Mihman Evi, dergaha gelen misafirlerin ağırlandığı mekandır. Bir misafir odası ve mutfak bölümünden oluşan bu evde, Hüseyni tacı formunda fincanlar ve teslim taşı formlu fincan altlıkları sergilenmektedir. Kiler Evi, dergahın tahıl ambarı ve değerli eşyalarının muhafaza edildiği yer olup üç ana odadan oluşmaktadır.

Meydan Evi’nin kapatılmasından sonra, Kiler Evi’nin önemi daha da artmış ve artık Kiler Evi Babası, Dedebaba makamına getirilmiştir. Dergahın son Dedebabası olan “Salih Niyazi Baba”, aynı zamanda Kiler Evi Babası olarak görev yapmıştır. Kiler Evi’nde Şehadet şerbeti fıçısı, kantarlar, nişan tası, kuşlu tas, hat sanatı eserleri, çuvallar içinde tahılların sergilendiği bir kiler canlandırması bulunmaktadır. Ayrıca, burada yakın zamanda restorasyonu tamamlanmış sancak, seccade ve bir örtü de sergilenmektedir.

2023 yılından itibaren, Kiler Evi’nin iki odasında Hacı Bektaş Veli Dergahı ve kültürüne dair tarihi fotoğraflar ziyaretçilerin ilgisine sunulmuştur. Kiler Evi’nin üst tarafında Dedebaba Köşkü yer almaktadır. Köşke, taş basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Tarih boyunca dergahın en yetkili manevi lideri olan Dedebaba’nın ikamet ettiği bu köşk, günümüzde Müze İdari Binası olarak kullanılmaktadır.

Avluda ayrıca dikkat çeken diğer yapı Tekke Cami’dir. 1834 yılında yapılan cami diğer ismiyle Nakşibendi Camii, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması sonrasında inşa edilmiştir. Aş Evi’nin bitişiğinde eyer alan cami yaklaşık 8 yılda tamamlanmıştır. Caminin yapıldığı alanın daha önce Yeniçerilerin sefere çıkmadan önce toplanma yeri olduğu ve buraya “Ak Cennet” denildiği belirtilmektedir. Yeniçeriler, sefer öncesi Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin türbesine yönelerek gülbank çeker ve dualar ederek sefere çıkarlardı.

Hazret Avlusu (3. Avlu)

Evet Dergah Avlusu’nu gezdik ve şimdi Altılar Kapısı’ndan Hazret Avlusu’na yani 3. Avlu’ya geçiyoruz. Geçerken eşiklere basmıyoruz. Altılar Kapısı, Allah, Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i simgeler ve Hacı Bektaş Veli’nin "4 Kapı 40 Makam" öğretisinde, Kamil İnsan olma yolundaki üçüncü aşama olan "Marifet Kapısı"nı temsil eder.

Marifet Kapısı, dört temel unsurdan su ile ilişkilidir ve bu kapıda olanlar "Muhip İnsanlar" olarak tanımlanır. Bu aşamada kişi, benliğinden tamamen sıyrılarak, gönül gözüyle hakikati görmeye başlar. "Atam gök, anam yerdir" diyerek, varoluşun ve evrenin bütünlüğünü kavrar. Mana sarayı, bu kapıda yükselir ve kişi ilahi hakikatin idrakine ulaşır.

Altılar Kapısı’ndan içeri adım atıp Hazret Avlusu’na girince kapının sağ tarafında, içe doğru bir bölümde Atatürk Rölyefi bulunmaktadır. Burası, “Atatürk’ün Kahve İçtiği Yer” olarak bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk ve Temsilciler Heyeti, 22 Aralık 1919’da Hacıbektaş’a gelerek Cemalettin Çelebi Efendi’nin evinde misafir edilmiş, 23 Aralık 1919’da ise Hacı Bektaş Veli Dergahı’nı ziyaret etmişlerdir. Burada Salih Niyazi Dedebaba ve diğer babalarla görüşen Atatürk’e, şu anda rölyefin bulunduğu alanda kahve ikram edilmiştir. Bu nedenle, burası Atatürk Köşesi olarak düzenlenmiştir.

Hazret Avlusu’nda tam karşınızda Hacı Bektaş Veli Türbesi yani Pir Evi, sağ tarafta ileride Balım Sultan Türbesi yer almaktadır. Yine avluda derviş, baba ve halife babaların kabirlerinin bulunduğu Hazire ve Has Bahçe yer almaktadır. Gezinize dilerseniz Pir Evi ile başlayabilirsiniz.

Pir Evi

Pir Evi, "4 Kapı 40 Makam" öğretisinde son aşama olan "Hakikat Kapısı"nı temsil etmektedir. Hakikat Kapısı, dört temel unsurdan "toprak" ile ilişkilidir ve bu kapıda olanlar "Arif İnsanlar" olarak tanımlanır. Bu aşamada kişi, her şeyi hakikatin ışığında değerlendirir, teslimiyete erer ve artık cemiyetin bir parçası olur. Hakikat Kapısı’ndan geçenler, artık "İl Oğlu"dur, yani sadece kendisi veya ailesi için değil, tüm toplum için yaşayan bir bilge haline gelir. Bu makam, insanın nefsini tamamen terbiye edip Tanrı’dan gelen her şeyi gönül hoşluğuyla kabul ettiği, tüm insanları eşit gördüğü ve varoluşun sırrına erdiği aşamadır.

Hakikatin Kapısı’ndan geçen kişi, artık "toprak" gibi mütevazı, insanlara faydalı ve ilahi huzura teslim olmuş bir ruh haline bürünür. Bektaşi geleneğinde bu teslimiyet, kamil insan olmanın ve aşk ile Hak’ka ulaşmanın nihai noktasıdır.

Üçgen alınlıklı ve çadır formundaki mimarisiyle dikkat çeken Pir Evi, Hacı Bektaş Veli öğretisinin kalbi sayılan kutsal bir mekandır. Girişin üzerinde yer alan çarkıfelek (güneş), gül ve ay motifleri ile Bektaşiliğin simgesi olan teslim taşı, yapının manevi anlamını güçlendirmektedir.

Pir Evi’nin üç kemerli girişinde, Dedebabaların kabirlerini bulunmaktadır. Ortadaki süslemeli demir kapıdan Ak Kapı olarak bilinen kapıya varılmaktadır. Ak Kapı üzerindeki çift başlı kartal kabartması, Selçuklu döneminin izlerini yansıtırken, kapının kilit taşı üzerindeki çerağ (kandil), buranın aydınlanma mekanı olduğuna işaret etmektedir. Rivayete göre, Ak Kapı’nın eşiğinde, Hacı Bektaş Veli’nin türbesini inşa eden Yanko Madyan’ın kabri bulunmaktadır.

Ak Kapı’dan geçince sağda Kızılca Halvet (Çilehane) karşınıza çıkıyor. Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın en eski yapısı olup, günümüze ulaşan tek kutsal mekandır. Burası, Hacı Bektaş Veli’nin 40 gün 40 gece inzivaya çekildiği ve dervişlerin manevi olgunlaşma sürecini tamamladıkları yer olarak bilinmektedir. Bektaşi dervişleri, Kızılca Halvet’te nefslerini terbiye etmek, hamlıktan kurtulup kamil insan olmak için çile çekmişlerdir.

Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı döneme ait Kızılca Halvet dışındaki yapılar, onun Hakk’a yürüyüşünden sonra inşa edilmeye başlanmış ve Osmanlı sultanları Orhan Gazi, Murat Gazi, Yıldırım Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde eklemelerle 16. yüzyılda tamamlanmıştır. Dergah ve türbe, IV. Mustafa (1807), Sultan Abdülaziz (1862) ve II. Abdülhamid (1895) tarafından tamir ettirilerek bugünkü halini almıştır.

Kızılca Halvet’ten sonra diğer kapıdan geçip Kırklar Meydanı’na ulaşıyoruz. Burası, dergahın en geniş meydanı olup, Alevi-Bektaşi erkanının icra edildiği ve cem ayinlerinin yapıldığı kutsal bir mekandır. Doğu yönündeki kabirler, Horasan Erenleri ile Resul Bali, Mürsel Çelebi ve Hasan Çelebi’ye aittir. Batı yönündeki kabirler ise Çelebi ailesine aittir. Güney yönünde ise Güvenç Abdal Türbesi bulunmaktadır.

Güvenç Abdal Türbesi

Kırklar Meydanı’nda ortadaki alan, Alevi-Bektaşi öğretisinin aktarıldığı sohbet ve törenlerin düzenlendiği bölümdür. Meydanın güney duvarında, Hacı Bektaş Veli’nin Türbesi yer almaktadır.

Sırada büyük düşünür HacıBektaş’ın türbesine girip dua etmek var. Pir Evi’nin üçüncü taç kapısı, Hacı Bektaş Veli Türbesi’ne açılmaktadır. Selçuklu mimari üslubunu yansıtan bu kapı, hem süslemeleri hem de taşıdığı sembolik unsurlarla dikkat çekmektedir.

Kapının dış kenar süslemelerinde, sağ altta iki küçük balık, üstte bir balık motifi yer alır. Sol üst tarafında ise Mührü Süleyman motifi bulunmaktadır. Kapının sövelerinde (yan direklerinde), sağda ve solda ikişer adet olmak üzere dört güvercin motifi işlenmiştir. Kilit taşı üzerinde, stilize edilmiş çift başlı kartal motifi vardır.

Kapının en üst noktasında Allah yazısı, hemen altında ise sekiz kez tekrar edilen El-Hayy el-Kayyum el-Vacid el-Macid el-Vahid el-Ahad” yazısı bulunmaktadır. Türbenin kapı eşiği, “Gök Eşik” olarak adlandırılır. Kapının tam karşısında ise "Medet-Mürüvvet Penceresi" ya da "Niyaz Penceresi" yer alır. Geçmişte, dergah kapalı olduğunda buraya gelen ziyaretçiler, bu pencere önünde Hacı Bektaş Veli’ye dua ederlerdi.

Kırklar Meydanı, Alevi-Bektaşi inancında önemli bir yere sahip olan ritüellerin gerçekleştirildiği, dergahın en geniş meydanıdır. Bu alanın en değerli eseri, kutsal kabul edilen “Kırkbudak Şamdan”dır. Eskiden burada yapılan “Ayn-ül Cem” törenlerinde Halife olanların ve Dedebaba seçilenlerin törenleri gerçekleştirilirken, Kırkbudak Şamdan’ın kullanıldığı bilinmektedir. Bektaşi erkanında, diğer çerağların bu şamdandan alınan ateşle uyandırıldığı rivayet edilmektedir.

Kırklar Meydanı’nda ayrıca; Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin türbesinin gümüş kapısı, “İnsanın Cemali” ve “İnsan-ı Kamil” tabloları, Hüsn-i hat levhaları, Secde Suresi’nden ayetlerin yazılı olduğu, Hz. Ali’ye atfedilen hat eseri, Kamberiyeler, keşküller, çerağlar, teslim taşları ve palhengler sergilenmektedir.

Burada dualarımızı ettikten sonra dışarı çıkıp Balım Sultan Türbesi’ni ziyaret ediyoruz.

Balım Sultan Türbesi, Dut Ağacı ve Hazire

Pir Evi’nin doğusunda yer alan Balım Sultan Türbesi, Bektaşi tarikatının kurucusu kabul edilen Balım Sultan’a aittir. Alevi-Bektaşi geleneğinde “İkinci Pir” veya “Pir-i Sani” (İkinci Pir) olarak anılmaktadır.Türbe, 1519 yılında Dulkadiroğulları Beyliği’nden Ali Bey tarafından inşa edilmiştir. Selçuklu kümbet mimarisini yansıtan yapı, dört köşe plan üzerine sekizgen bir geçişle yükselen tek kubbeli bir türbedir.

Balım Sultan, “Mücerret İkrar” (Evlenmeme sözü) geleneğini başlatan kişidir. Bektaşi tarikatının Babagan kolu, Hacı Bektaş Veli’nin yaşam tarzını örnek alarak bekar (mücerret) yaşamayı bir yol olarak benimsemiştir. Bu nedenle, mücerret ikrarı veren dervişlerin sağ kulakları, Balım Sultan Türbesi’nin eşiğinde delinir ve teslim halkası olarak bilinen bir küpe (menguş) takılırdı. Böylece, bu Bektaşiler Pir’in kulağı küpeli dervişi olarak anılır ve bir daha evlenmezlerdi.

Türbenin içinde, Balım Sultan Hazretleri ve kardeşi Kalender Çelebi’nin kabirleri bulunmaktadır. Ayrıca Balım Şamdanı, mücerret derviş küpeleri, teslim taşları, Hüseyni tacı, mütteka ve çerağ gibi önemli Bektaşi eşyaları sergilenmektedir.

Hemen Balım Sultan Türbesi’nin önünde, Aleviler ve Bektaşilerce kutsal kabul edilen “Karadut Ağacı” bulunmaktadır. Bu ağaca yüklenen kutsallık, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya, Sulucakarahöyük’e (bugünkü Hacıbektaş) gelmesine vesile olduğu rivayetinden gelmektedir. Karadut Ağacı, zaman içinde Bektaşiler için kutsal bir simgeye dönüşmüş ve duaların edildiği manevi bir nokta haline gelmiştir.

Hazret Avlusu’nda, derviş ve babaların kabirlerinin bulunduğu Hazire bölümü de vardır. Burada, erkek dervişlerin ve babaların yanı sıra, kadınların da kabirleri bulunmaktadır.

Alevi-Bektaşi inancında ölüm, bir son değil, ruhun Hakikat’e kavuşması olarak görülmektedir. Tıpki Mevlevilik de olduğu gibi ölüm için farklı tabirler kullanılmıştır. Mesela: Hakk’a yürümek, gerçeklere kavuşmak, emaneti teslim etmek, Cemal’e ve Didar’a kavuşmak, don değiştirmek, göçtü, dünyasını değiştirdi, erenlere ulaştı, kalıbını dinlendirdi, gibi ifadeler kullanılırdı.

Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın Kapatılması ve Müzeye Dönüştürülmesi

25 Kasım 1925’te çıkarılan Tekke ve Zaviyelerin kapatılması yasasıyla birlikte, Hacı Bektaş Veli Dergahı da resmi olarak kapatılmıştır. Ardından, bir süre Numune Ziraat Okulu olarak kullanılmış, içerideki eşyalar bir kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim edilerek koruma altına alınmış, bir kısmı ise Ankara Etnografya Müzesi’ne taşınmıştır. H. Zübeyir Koşay’ın çabalarıyla sanat değeri taşıyan eserler envantere kaydedilmiş ve müzeye aktarılmıştır. Derviş odalarında bulunan önemli el yazmaları ise Milli Kütüphane’ye götürülmüştür.

Zamanla, bakımsız kalan külliyede bazı yapılar yıkılmış, Mihman Evi satılarak yerine park yapılmış, At Evi, Ekmek Evi ve Erzak Evi gibi yapılar zamanla kaybolmuştur. Külliyenin geniş çaplı restorasyonu, 1958 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılmış, 1959’dan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle devam etmiş ve çalışmalar 1964 yılında tamamlanmıştır.

16 Ağustos 1964’te, resmî olarak “Hacı Bektaş Müzesi” adıyla ziyarete açılan dergah, bugün Türkiye’nin en çok ziyaret edilen ikinci müzesi konumundadır. Yıllık ziyaretçi sayısı bir milyonun üzerindedir. Ayrıca, 2012 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer almaktadır.

Yolunuz Kapadokya’ya düşerse Hacı Bektaş Türbesi’ni mutlaka gezin derim. Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da hoşgörü, kardeşlik ve insan sevgisi temelleri üzerine kurulu bir öğreti bırakmış, asırlar boyunca düşünceleriyle toplumu aydınlatmış büyük bir mutasavvıftır. Onun felsefesi, insanı merkeze alan, bilgelik ve erdem yolunda ilerlemeyi öğütleyen evrensel değerler üzerine kuruludur. Sekiz yüz yıl önce yaşamış bir şahsiyetin sözleri bugün bile çok büyük önem taşıyorsa onun sesine mutlaka kulak verilmeli.

İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyerek aklı ve bilimi ön plana çıkaran, “Yetmiş iki millete bir nazarla bak” diyerek insan sevgisini esas alan öğretileri, günümüzde hala yol gösterici niteliktedir. Düşünceleriyle çağları aşan bu büyük bilge, sevgi ve birlik içinde yaşamanın en güzel örneklerinden birini bizlere miras bırakmıştır. Gönül ister ki bu mirasa sahip çıkalım. 

Hacı Bektaş Veli’nin şu sözü, bu yolculuğun en güzel ifadesidir:
"Bizi bildin ise, başka murad isteme!"

Seyahatleriniz RehberName tadında olsun

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.