Troya Savaşı Efsanesi

TRUVA SAVAŞI EFSANESİ

Troya Savaşı kimler arasında gerçekleşmiştir? Troya Savaşı'nın yaşanmasına sebep olan olaylar zinciri nelerdir? Troya Savaşı'nda rol alan kahramanlar kimlerdir?

Tarihin İlk Doğu-Batı Savaşı'na Bir Kadın Mı Sebep Oldu?

“Truva’ya zenginligini rüzgârlar bahsetmistir.”

Homeros, elinde asasıyla şehir şehir dolaşan ve destansı (epik) şiirler söyleyen İzmirli kör şair. 30.000 beyitten fazla şiirlerin derleyicisi. MÖ. 8. yüzyılda yaşadığı varsayılmakta. Musalara (Bilim, Edebiyat ve Sanat perileri) seslenerek başlar İlyada'sına (İllium’a İlahiler). Tarihin gördüğü ilk büyük savaşı anlatır.

Savaş, Yunanistan’daki Mora Yarımadası Kralları Agamemnon ve Menalaus ile Anadolu’nun Batı kıyısında kurulu, Hitit eyaleti olan Troya şehri arasında yaşanmıştır.

Troya, Çanakkale Boğazı’nın (Helles Pontus) Anadolu yakasında bir körfez içinde kurulmuş, sağlam sur duvarları ile korunan ve üç tane limanı bulunan güçlü bir şehirdir. Kara Menderes ve Dümrek (Simois) Irmaklarının kesim noktasında yer alır. Stratejik konumuna ve güçlü surlarına rağmen tarih boyunca 9 kez yıkılmış ve yeniden kurulmuştur.

Hititliler buraya Wilusa, Luviler İlium ve Yunanlılar üç limanından dolayı Truva (Yun. Tria: Üç) ismini vermişlerdir. Troya’nın Çanakkale Boğazındaki derin körfezinin üç tarafında limanı bulunmaktaydı. Bu yüzden kente Tria ismi verilmiş. Homeros “Truva’ya zenginliğini rüzgârlar bahşetmiştir.” der. Bu gerçekten doğru. Çanakkale Boğazında kuzey-güney rüzgarları esiyor; yıldız, karayel, lodos ve poyraz… Bu şiddetli rüzgarlar bugün bile güçlü gemileri zor durumda bırakırken o dönemlerde yelkenli kadırgaları boğazın derinliklerine gönderiyordu. Bu sebeple boğazları kullanan gemiler mecburen Troya körfezine sığınmak durumunda kalıyorlardı. Bu konaklayan gemilerden ücret alan Troyalılar eşsiz bir refaha kavuşmuşlardı.

Kara Menderes Irmağının Troya Körfezini alüvyonlarla doldurması sonucu Troya'nın limanları yok olmuştur. Troya'nın refahını sağlayan bu körfezin yok olmasıyla kentin önemi de bununla paralel olarak yok olmuştur. Coğrafyanın yanı sıra MÖ. 1200’lü yıllarda yaşanan Troya Savaşı Anadolu’nun politik dengelerini derinden sarsmıştır. İnsanoğlu var olduğu günden bu yana ekonomik menfaatler için savaşmışlar ve genellikle başka konuları savaş için meşrulaştırma aracı olarak kullandıklarından Troya Savaşının da bahanesi bir kadın olmuştur. Savaşın efsanevi öyküsünü Homeros şöyle anlatır;

Troya'nın yaşlı bir kralı varmış, ismi Priam. Kral Priam’ın da Hekabe adında hamile bir eşi varmış. Kraliçe Hekabe hamileliğinde sürekli aynı rüyaları görmeye başlamış. Rüyasında rahminden siyah dumanların çıktığını, Troya şehrinin üzerine kara bulutlar halinde çöktüğünü ve bir anda alev alarak şehri yaktığını görür. Bu kabuslarından Kral Priam’a bahseder. Bu kabusların sürekli olmasından endişelenen yaşlı kral rüyayı yorumlatmak için kahinlere danışmaya karar verir. Kahinler, Kraliçe Hekabe’nin karnında taşıdığı bebeğin siyah dumanları temsil ettiğini, bebek doğduktan sonra Troya şehrinin yanmasına sebep olacağını söylerler.

Rüyayı olumlu yorumlamayan kahinlerden çok etkilenen Kral Priam bebek doğar doğmaz yakınlardaki Kazdağlarının (İda Dağı) eteklerine terk edilmesini emreder. Kral Priam bebeğin kurda kuşa yem olup yok olarak kehanetten kurtulmayı istemişse de bu böyle olmamış. Doğar doğmaz dağa terk edilen bebek önce bir dişi ayı tarafından beş gün boyunca emzirilmiş, sonra bir çoban tarafından bulunarak sahiplenilmiştir. Çoban bebeğe “koruyucu” anlamına gelen Aleksanros ismini takar. Sonradan Paris olarak anılacak olan Aleksandros genç, yakışıklı ve yetenekli bir delikanlı olarak Kazdağlarında çobanlık yapar.

Günlerden bir gün Olimposlu tanrılar Tanrıça Thetis ve Kral Peleus’un düğünlerini yapmak için İda Dağının zirvesinde toplanırlar. Düğün için bütün tanrı ve tanrıçalar davet edilmiştir bir tek Erynisler istisna. Üç kız kardeş olan Erynisler kin, nefret ve haset tanrıçalarıdır. Düğünde huzursuzluk çıkmasın diye Erynisler çağrılmamışlardır. Bu duruma öfkelenen Erynisler Olimposlulardan intikam almaya karar verirler. Dağın zirvesine doğru giderlerken bir elma ağacının altında dururlar. Kin tanrıçası bir elma koparır, nefret tanrıçası elmayı altına dönüştürür ve haset tanrıçası tırnaklarıyla elmanın üzerine “En güzele” (Yun. kallistei) yazar. Bu elmayı düğüne götürürler ve festival alanına atarlar. Elma yere düşer düşmez havalanır. O kadar göz kamaştırıcıdır ki bütün tanrıçaların dikkatinin çeker.

Festivale katılan tüm tanrıçalar elmaya sahip olmak isterler. Bu uğurda kavgaya tutuşurlar. Düğün alanı bir anda tanrıçaların kavga ettiği savaş alanına dönüşür. Tartışma o kadar uzar ki artık birçok tanrıça elmadan vazgeçerler. Fakat üç tanrıça elmaya sahip olmada ısrarcı davranırlar. Bunlar göklerin kraliçesi Hera, bilgelik ve savaş tanrıçası Athena ve aşk tanrıçası Afrodit’tir.

 

Üç tanrıça da elmadan vazgeçmeyince tanrıların kralı Zeus’a danışma kararı alırlar. Tanrılar kralı Zeus’a giderek elmayı en güzel kadına vermesini söylerler. Zeus üç kadına da bakar ve üç tanrıça da bir şekilde Zeus ile ilgilidir. Hera Zeus’un karısıdır. Athena kızıdır. Afrodit ise Zeus’un metresidir. Bu sebeple kurnaz tanrı Zeus kadınların en güzelini seçmede isteksiz davranır. Tanrıçalara dağın eteklerinde yaşayan genç, yakışıklı ve aynı zamanda asilzade olan Paris’e gitmelerini öğütler. Kadınlar elmayı alıp zaman kaybetmeden dağın eteklerine inerler. Paris’i bulup, karşısında sis bulutu içinde belirirler.   

Paris’e elmayı uzatan tanrıçalar içlerinden en güzeli seçmesini isterler. Paris tanrıçaların eşsiz güzelliği karşısında nutku tutulur, ne yapacağını bilemez ve kararsız kalır. Sonuçta tanrıçalar gerçekten güzeldir.  Birisi sarışın güzel, diğeri esmer güzel ve diğeri kumral güzeldir. Paris neden sonra konuşabilecek duruma gelir ve kararsız kaldığını, içlerinden en güzeli seçemediğini söyler. Bunun üzerine tanrıçalar Paris’e rüşvet teklif ederler, hangi tanrıçanın vereceği hediyeyi Paris kabul ederse elmayı o tanrıçanın kazanması gerektiği konusunda anlaşırlar. Tanrıçalar hediyelerini şöyle teklif ederler;

- Göklerin kraliçesi Hera Paris’e “Eğer elmayı bana verirsen sana gözünün görebildiği genişlikte toprak vaat ediyorum. İleride bu topraklar imara açılırsa müteahhitte verir köşeyi dönersin.” der.

- Savaş ve bilgelik tanrıçası Athena “Eğer elmayı bana verirsen sana sonsuz kahramanlık vereceğim. Her girdiğin savaş ve kavgadan zaferle ayrılacaksın.” der.

- Aşk tanrıçası Afrodit “Eğer elmayı bana verirsen sana en güzel ölümlü aşkı vaat ediyorum.” der.

Paris bir seçim yapmak zorunda kalır. Bu hediyelerin her biri onun için çok değerlidir. Peki, kendimize şu soruyu soralım: “Biz Paris’in yerinde olsak hangi tanrıçayı seçerdik?” Elbette en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyi tercih ederdik. Ya toprağı, ya kahramanlığı yahut aşkı.

İngiltere’de Oxford Üniversitesi bu konuda bir araştırma yapmış. Araştırmacılar, bu hikayeyi çeşitli yaş gruplarındaki İngiliz erkeklere anlatarak “Siz Paris’in yerinde olsaydınız hangi tanrıçayı seçerdiniz?” diye bir soru yöneltmiştir. Sonuçlar son derce mantıklı ve ilginç çıkmış. Buna göre 10 ile 20 yaş arasında olan erkeklerin büyük çoğunluğu ergenliğin getirdiği heyecandan olacak ki Athena’yı yani sonsuz kahramanlığı seçmişler. 20-30 yaş arasındaki erkeklerin çoğunluğu ise Afrodit’i tercih etmişler. Çünkü bu yaş aralığındaki erkekler için evlilik, nişanlılık gündemde yoğun olduğundan dünyanın en güzel aşkı tercih konusu olmuştur. 30 yaş ve üzeri olan olgun erkeklerin çoğunluğu ise Hera’yı tercih etmişlerdir. Çünkü bu yaştan sonra bir erkek için ne kahramanlık arzusu ne de güzel aşk arzusu geri planda kalmıştır. Geçim derdi hepsinin önüne geçtiğinden bu yaş grubundaki erkeklere elbette toprak ya da para daha cazip gelir.

Bizim Paris galiba 20’li yaşlarda olacak ki yalnızlığını paylaşacağı güzel bir kadın arzusuyla Aşk Tanrıçası Afrodit’i tercih eder. Elmayı tanrıçalar arasından Afrodit’e uzatır. Afrodit en güzel seçilmenin verdiği mutlulukla diğer tanrıçalara nispet yapar. Diğer tanrıçalar kıskançlıktan çatlarlar ve Paris’e olan öfkelerinden onu suçlarlar. “Erkeklerin hepsi aynı! Kadına zaafları var! Çok kolay kanıyor!” diyerek gözden kaybolurlar.

 

Afrodit, Paris’e vaat ettiği en güzel ölümlü aşkı verecektir. Fakat Paris’e dağdan ayrılmasını, aşkın onu çok yakın bir zamanda bulacağını öğütleyerek bir sis bulutu içinde gözden kaybolur. Afrodit oğlu Eros’a görev verir. Paris’i takip etmesini onu karşılaştığı ilk soylu kadınla birbirlerine aşık etmesini söyler. Paris dağdan ayrılır, Troya şehrine gider. Oradan bir gemiye binerek Yunanistan yarımadasında Sparta şehrine gider. Sparta Kralı Menalaus ve eşi Kraliçe Helena bir festival vermektedir. Bu festivale katılır. Paris kral ve kraliçenin önünden geçerek onları selamlarken doğrulduğunda Kraliçe Helena ile göz göze gelir. İşte o anda görünmeyen bir yerden iki tane ok Paris ve Helena’ya isabet eder. “O sen olsan bari” kabilinden Troya Prensi Paris, Yunan kralının eşi Helena’ya aşık olur. Kraliçe Helena da ona karşı boş değildir. Festival boyunca birlikte zaman geçirirler. Nihayet Helena Paris’e “Kaçalım buralardan, yiğidim.” der. Paris de “Ne duruyoruz?” diyerek Helena’nın bohçasını toplamasını bekler, el ele tutuşarak bir gemiye binip Troya şehrine kaçarlar.

Kral Menalaus festival sona erdiğinde bir fark eder ki karısı kayıplara karışmış. Askerlerine karısını bulmaları için emir verir. Askerler küçük çaplı bir soruşturma yaparlar ve krala o korkunç haberi verirler; “Kralım senin kadın kocaya kaçmış! Hem de düşmanımız Troya'dan birisi ile…” Menalaus deliye döner ve ağabeyi Miken kralı Agamemnon’a durumu bildirir. Agamemnon “…bu bir namus meselesidir…” diyerek Helena’yı kurtarmak için Troya'ya savaş ilan eder. Tüm Yunan şehir devletlerine savaşa katılmaları için çağrıda bulunur.

Tarihin gördüğü en kalabalık donanma Aulis limanında toplanır. Agamemnon birleşik Yunan donanmasının komutanı olarak savaşa hazırlanır. Fakat gemilerin savaş için hareket edeceği gün bir sorun ortaya çıkar. Rüzgarlar esmemektedir. O dönemde gemiler yelkenli olduklarından donanmanın hareket edebilmesi için rüzgar gereklidir. Tanrıça Artemis, Agamemnon bir av sırasında kutsal geyiğini avladığı için Agamemnon’u cezalandırmaktadır. Agamemnon’a bir rahibe ile haber gönderir. Agamemnon kızı İphigenia’yı Artemis’e kurban vermedikçe tanrıça rüzgar vermeyecektir.

Agamemnon Troya’ya ulaşmak için kızını bile feda etmeye hazırdır. Bekaret Tanrıçası Artemis’e bakire kızı İphigenia’yı kurban vermek için elini, ayağını ve gözünü bağlayarak bir sunak üzerine çıkartır. Tam kızı boğazlayacakken gökyüzünden iki kanadını açmış halde Artemis iner. Tanrıça yanında bir geyik getirmiştir. Agamemnon’a “Ey kral bana olan sadakatini ispatladın. Sınavı geçtin. Kızının yerine bu geyiği kurban et ve rüzgarlar essin.” demiştir. Agamemnon kurbanı keser ve rüzgarlar esmeye başlar, birleşik donanma yavaş yavaş limandan hareket eder.

Kral Agamemnon kahramanlığı dillere destan olan Akhilleus’u kendi tarafında savaşa dahil etmek istemiş. Bunun için İtaka kralı kurnaz Odysseus’u görevlendirmiştir. Odysseus, Akhilleus’u ikna etmeye çalışsa da Akhilleus annesi tanrıça Thetis’e danışarak kararını verir. Tanrıça Thetis oğlu Akhilleus doğduğunda onu ölümsüz kılmak için cehennem ağzındaki Styx nehrine götürmüştür. Bebeği topuğundan tutarak suya batırmış bütün bedenini ölümsüz kılmıştır. Fakat yalnızca tuttuğu topuğu suyun dışında kaldığından bebeğin topuk kısmı ölümlü kalmıştır. Akhilleus savaşa girip girmeme konusunda annesine danıştığında annesi ona “Eğer savaşa girmezsen evlenip aile sahibi olursun, çocukların, torunların olur, mutlu bir yaşam sürersin. Ama kimsecikler senin ismini hatırlamaz. Şayet savaşa gidersen ölürsün, fakat bu kez ismin ebediyete kadar anılır.” demiştir. Akhilleus isminin ölümsüz olması için savaşa katılır.

Troya önlerinde gelen donanmadan inen askerler Troya'ya saldırır. Yunan tarafında Akhilleus, Agamemnon, Menalaus, Ajax, Odysseus gibi tanrısal soylu kahramanlar yer alırken Troya tarafında Hektor, Sarpedon, Pandaros, Aeneas gibi tanrısal soya dayanan kahramanlar yer alırlar. Savaş 10 yıl sürer. On yıl boyunca Yunanlı birleşik ordu Troya'nın güçlü surlarını aşmayı denerler. Fakat başarılı olamazlar. Artık savaştan yorulan Yunan askerleri isteksiz davranmaya başladıkları bir anda Troyalıları kandırma girişiminde bulunurlar.

İtaka kralı kurnaz Odysseus’un teklifi ile tahtadan bir at inşa edilir ve içine askerler gizlenir. Bu devasa at Troya surlarının önüne terk edilir. Ordu ise Tenedos’un (Bozcaada’nın) arkasına gizlenir. Troyalılar sabah gün aydınlanırken devasa tahtadan bir at ile karşılaşırlar. Savaşı kazandıklarını ve bu devasa atın tanrıların zafer hediyesi olduğunu düşünerek atı şehrin içine alırlar. Zafer sarhoşluğu çok çabuk yayılır. Eğlence ve şölen sonrası uyuyup kaldıkları bir anda atın içinde gizlenmiş olan askerler çıkarak şehrin kapılarını açarlar. Yunan ordusu gizlendikleri yerden gelip şehirde yaşayanları kılıçtan geçirirler, şehrin zenginliklerini talan ederler ve şehri yakarlar.  

Kraliçe Hekabe ve Kral Priam saraylarından yanan şehirlerine bakarlar. Kraliçe Hekabe farkına varır ki bu manzara bir zamanlar hamileyken gördüğü kâbusların aynıdır. Kahinlerin yorumladığı şekilde doğan bebek kentin yakılıp yıkılmasına sebep olmuştur.

Şehirde büyük talan, yangın ve yıkım sürerken, insanlar panik içerisinde sağa sola savrulurken Yunan tarafında yer alan yarı tanrı Akhilleus gelir. Akhilleus savaşta aşık olduğu Paris ve Hektor’un kız kardeşi Brisella’yı ele geçirir ve şehirden kaçırmak üzere sürüklemeye başlar. Paris bu manzarayı görünce eline yay ve okunu alır, Akhilleus’a bir ok atar. Ok, Achilleus’un tek ölümlü noktası olan topuğuna isabet ederek onu oracıkta öldürür. Akhilleus, insanlık tarihine mal olmuş bir kahraman haline gelir ve ebediyen ismi anılır. Paris ve Helena sağ kurtulan diğer kimselerle birlikte Kazdağları üzerinden doğuya doğru kaçarlar.

Akhileus topuğundan okla vuruluyor. 

(Kaynak: www.britishmuseum.org/collection/object/P_R-4-117)

Sonuç olarak Troya Savaşı efsanevi anlamda bir güzel kadın uğruna verilen savaştır. Helena’nın geri getirilmesi için tüm Yunan devletlerinin katıldığı bin gemiden oluşan donanmanın Troya'ya saldırısıdır. Tarihteki doğu-batı arasında yapılmış ilk savaş olarak kabul edilir ve bu savaş sonrası Ege Denizi adeta doğu ve batıyı birbirinden ayıran sınır olmuştur. Homeros öncesi bir takım edebi kaynaklara göre savaşın çıkmasının bir başka sebebi ise Tanrı Zeus’un çocuklarının çok olması dolayısıyla bir gün çocuklarının Tanrı’yı tahtından edeceği paranoyasıyla bu savaşa sebep olduğu ve Zeus soyundan gelen kahramanların bu savaşta ölmelerine sebep olduğu varsayılmaktadır.

Savaşın gerçek nedeni her zaman olduğu gibi ekonomik temellidir. Yunanistan yarımadası ve adalarda nüfusu artan Akha, Aeol, Dor ve Miken kavimleri coğrafyanın tarıma elverişsizliği ile yeni bereketli alanlar arayışına girmişler ve bunun için en ideal alan zayıflamış olan Hititlerin hüküm sürdüğü Anadolu coğrafyası olmuştur. Hitit İmparatorluğu, dönemin süper gücü Mısır ile Suriye egemenliği için Kadeş Savaşından barış ile ayrılmışsa da bu savaş Hititlilerin ekonomik olarak sonunu getirmiştir. Üzerinden yaklaşık 50 yıl geçmeden Troya Savaşı patlak verince Hitit İmparatorluğu zayıflamış, Anadolu’da otorite boşluğu oluşmuş ve bunun sonucunda 400 yıllık göçler dönemi başlamıştır. M.Ö. 1200 – 800 yılları arasındaki göç dönemine herhangi bir merkezi otorite ve devlet oluşumu bulunmadığı için “Karanlık Dönem” ismi verilmiştir.

MÖ. 800’den itibaren siyasi şekillenmeler oluşmuş tamamı Balkan ve Trakya coğrafyasından göçen Lidyalılar, İyonyalılar, Likyalılar, Frigyalılar ve Urartular olmak üzere beş kavim ortaya çıkmıştır. Bu kavimler içerisinde Likya ve İyonyalılar merkezi otoriteden yoksun bağımsız site devletleri şeklinde teşekkül etmiş, ekonomisi sömürge anlayışına dayalı devletlerdir. Tarih boyunca batının doğu üzerindeki emellerinin kabaca sömürü üzerine kurulu olduğu sonucu çıkarılabilir. Nitekim Troya Savaşından I. Cihan Harbine kadar bu durum aynı şekilde vuku bulmuştur. Hatta Troya Savaşının bir milat olmasının bir başka nedeni de sonradan yapılmış büyük savaşlardaki kahramanların bu savaşa atıf yapmalarıdır. Örneğin Büyük İskender, Pers İmparatorluğunu İsas’ta yendiğinde “Atam Akhilleus’un intikamını aldım.” demiştir. Yine benzer şekilde Fatih Sultan Mehmet Constantinopolis’i aldığında, Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale Cephesi’nde başarılı olduğunda “Atam Hektor’un intikamını aldım.” şeklinde söyledikleri rivayet olunur.

Troya coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca birçok kez el değiştirmiş, en son atalarımız Türklerin eline geçmiş, burada Tevfikiye Köyü kurulmuştur. Köylüler antik kalıntıların bulunduğu höyüğe Hisarlık ismini vermişlerdir. Geçen yüzyıllar içerisinde unutulan ve doğanın eline bırakılan Troya körfezi Kara Menderes (Sca Meandros)’un alüvyonları altında kalmıştır. 1870 yılında Alman maceraperest iş adamı Heinrich Schliemann (1822 - 1890) başına buyruk bir şekilde başlattığı düzensiz kazılar ile Troya'yı keşfederek dünyaya ilan etmiştir.

Destanda ismi geçen efsanevi şehrin bulunmuş olması özellikle Batı Dünyasında büyük bir sansasyon ve heyecan yaratmıştır. Schliemann kazılarında Troya hazinelerini de bulmuş, bunları Avrupa’ya kaçırmıştır. Helena’nın düğün takıları olarak yansıtılan bu Troya hazineleri 1940’lı yıllara kadar Almanya da tutulmuş. Oysa bulunan hazineler bilimsel olarak Homerik dönemden daha öncesine tarihlenmekteydi. II. Cihan Harbi’nde Almanya yenilince Rus Sovyet Orduları hazineleri alıp Rusya’ya götürmüşler. Bu hazineler günümüzde St. Petersburg Hermitage Müzesinde sergilenmektedir.  

“Zafer, insanlar arasında nöbet değiştirebilir. Bu yüzden son söz hiçbir zaman söylenmemiştir… Son damla yaş düşmemiş…”

(Homeros, İLYADA)

 

 

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.