Eşrefpaşalı Giritliler

Eşrefpaşalı Giritliler

Eşrefpaşalı Giritliler kimdir? Girit'in kaybedilmesinin ardından bazı göçmenlerin İzmir'de yerleştiği yer olan Eşrefpaşa neresidir? Eşrefpaşalı Giritliler ve yaşamları hakkında bilinmeyenler...

Eşrefpaşalı Giritliler

Soyağacım

Eşrefpaşam; bir semtten fazlasıdır.

Biz 3. kuşak Giritliler için gerçekten bir semtten ötedir. Anavatandaki ilk toprağımız, ilk ocağımız ve ilk kendimizi Osmanlı topraklarından tahliye olduktan sonra bir ev olarak hissettiğimiz gerçek topraklardır, hikayemizin başladığı yerdir...

Eşrefpaşa, Bayramyeri, Halil Rıfatpaşa, Çimentepe, Yağhane, Üçyol gibi İzmir semtleri Değirmen Dağı ve antik adıyla Pagos denilen bugünse Kadifekale adlı bölgelerde kurulmuştur.

Bu semtler, 1924 Mübadelesi sonrası yoğun bir nüfus almış göçmen yaşam alanlarıdır.

Osmanlı İzmirinde, Rumların, Levantenlerin, Ermenilerin ve Yahudilerin, Türklerle beraber yaşadığı bilinen bir gerçek olup, savaşlar ve göçler sonrası bu etnik kimliklerin oldukça değiştiği bilinen bir gerçektir.

Kaynak: www.yerelinsesi.com

İzmir’in “Gavur İzmir” lakabının en önemli nedenlerinden biri de cumhuriyet ve mübadele öncesi kentteki gayrimüslim nüfusun Müslüman Türk nüfustan fazla olmasından kaynaklandığı söylenir.

Şehir Frenk Mahallesi, Yahudi Mahallesi, Rum Mahallesi ve Levanten Mahallesi gibi bölgelere bölünmüştür.

Yangınlar, istila ve göçler nedeniyle günümüzde bu karakteristik kimlik ancak Karataş, Basmane, Tilkilik ve Bornova gibi semtlerde görülebilir.

Eşrefpaşa, Değirmen Dağı sırtlarında yer alan ve deniz gören güzide İzmir semtlerindendir. Ferah yada rüzgar alan bir coğrafyada bulunan semt, topografik olarak deniz kıyısından uzak olması, ulaşım ve nakliyat açısından zor olması nedeniyle özellikle gayrimüslim veya zengin yerli nüfus ve bürokratlar tarafından pek tercih edilen bir bölge olmamıştır.

Günümüzde iğne atacak bir yer olmayan semte 1920’lerde boş alan ve ormanlıklar olduğu bir gerçekti.

Kente gelen göçmenlere bu yerler gösterilmişti. Zaten çok fazla seçeneği olmayan zoraki misafirler için de yeni evlerine tutunmaktan başka çareleri pek yoktu.

 

Eşrefpaşa; Damlacık ve Bayramyeri gibi semtler Osmanlı - Kırım Savaşı sonrası bölgeye gelen Tatar nüfusun da yaşam alanlarından biri olmuştur. Özellikle Bayramyeri denilen semtte halen bu Tatar nüfusun izleri görülür. Tatar “Çi böreği” yapan semt fırınları ve muhtarın bile Tatar olması bu etnik kimliğin ispatıdır.

Ben Kemal Şendikici; Övgü ve Hasan Ege Şendikici’nin babasıyım. 3. kuşaktan Giritliyim. Girit’i hiç görmedim ama hep kendimi o topraklara ait hissettim. Mesleğimin rehberlik olması nedeniyle bir çok yere gitme fırsatım oldu. Fakat Girit'e bir türlü farklı sebeplerden ötürü gidemedim. Girit’e gitmesem de, "Girit’te nereler görülür? Nerede kalınır? Nerede ne yenilir?" gibi küçük araştırmalar yaptığım ya da Girit’te Yunan veya Türk çok tanıdığım olduğu için kendimi adaya hep gitmiş gibi hissediyorum.

Bizler Girit’e nasıl geldik? Bizler kimdik? Neden ve Nereden Girit’e gönderildik?” gibi derin sorular var aklımda o yüzden bu soy ağacını çıkarmak çok kolay olmadı.

Biz Şendikici ailesinin göç hikayesini mübadele öncesi ve mübadele sonrası diye ayırmak gerekiyor.

Babam Hasan Basri, onun babası Hüseyin Kamil yani dedem ve onun babası Hasan yani büyük dedem hepsi birer Giritli. Hasam dedem, Hüseyin Kamil dedem ve Hasam Basri Babam şu anda İzmir Karabağlar’daki Paşa Köprü Mezarlığında birbirlerine seslenecek uzaklıkta uyuyorlar.

3 erkek Giritli’nin 4. sü olan ben Kemal Şendikici onları özlemle selamlıyorum.

Girit’in 1669’da fethedilmesinden sonra adayı Osmanlılaştırmak amacıyla, özellikle Osmanlıya sonradan ilhak olan Karamanoğlu Beyliği’ne bağlı yörüklerden oluşan toplulukların ve askerlerin adaya gönderildiğini biliyoruz. Yine özellikle kadınsız halde Osmanlı erkeklerinin adaya gittiği ve adada aileler kurarak kolonileşmesi söz konusudur.

Kısacası Girit’e yerleşen Türk nüfusun çoğunluğu Orta Anadolu Bölgesi, Konya ve Karaman bölgesinden adaya yaşamaya gönderilen yörükler ve yeniçerilerdir.

Osmanlı adada kaldığı sürece bölgede barış ve huzur içinde yaşadılar. Girit, Akdeniz’in en büyük adası ve stratejik bir noktada olması nedeniyle ticari hakimiyet ve güvenlik açısından çok önemli bir adadır.

Grek Minos Uygarlığının da merkezi olan ada, Venediklilerin de uzun yıllar kontrolünde kalması ile önemli tarihi izlere sahiptir.

Fransız İhtilali’nin ardından Yunanistan’da başlayan bağımsızlık hareketleri ve Mora İsyanı gibi olaylar sonrası Osmanlı’dan ayrılan ilk halk Yunanlar olmuştur. Osmanlı devletinin ve donanmasının Akdeniz’de kan kaybetmesi, siyasi oyunlar ve isyanlar sonrası, Osmanlı 92 yıl süren bir sürecin ardından Girit adasını 1908’de terk etmek ve Yunanlar’a bırakmak zorunda kalmıştır. 1913 Londra Konferansı sonrası Girit tamamen kaybedilir.

Bu siyasi ve askeri olaylar sonrası, Cumhuriyetin ilanının ardından 1924’de iki ülke arasında mübadele adında karşılıklı nüfus değişimi anlaşması yapılacaktır. Savaşlardaki nüfus kaybı her iki devletin de büyük sorunudur. Özellikle Yunanistan Ege ve Akdeniz’de sahip olduğu adalarda önemli bir nüfus eksikliğine sahiptir ve her iki ülkede vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak adına böyle bir anlaşmaya imza atar.

Adada yaşayan Türklere 1908 sonrası adadaki Rumlar sert davranmaya başladıkları için yıllarca birlikte yaşayan halkların artık birlikte yaşaması imkansızdır.

1924 Mübadelesi Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yapmış olduğu en önemli göç hareketidir. Başta Selanik, Girit ve Rodos gibi bölgelerden, Türk devleti tarafından gemiler gönderilerek Türk aileler tahliye edilmeye başlanır ve Anadolu topraklarına getirilir.

Mübadelenin simge gemisi “Gülcemal”dir. Okyanusu aşıp Amerika kıtasına ilk giden Türk gemisi olan Gülcemal defalarca Girit’e gider. Binlerce Osmanlı Giritlisini başta İzmir olmak üzere Anadolu’nun Mudanya, İstanbul, Çanakkale, Foça, Kuşadası, Fethiye, Marmaris gibi kasaba ve kentlerine teslim eder.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BClcemal

Şendikiciler” de işte bu göçmen ailelerden biri olarak Hasan büyük dedemiz ve oğlu Hüseyin Kamil ile birlikte İzmir topraklarına gelirler. Hanya’dan göç eden, Giritli Hasan dedemin Girit adasında bıraktığı bir kerpiç ev, ahır, bir de küçük terzi dükkanı olduğunu biliyoruz. Zaten “mutlu terzi” anlamına gelen Şendikici soyadının da nereden aldığımızın tek açıklaması bu olsa gerek. Anadolu’da hiç biri terzilik yapmasalar da...

Göç zamanı gelince yanlarına sadece gerekli birkaç eşya ve boğça tarzı çantalarla İzmir’e geldiklerini biliyorum.

Gülcemal’in taşıdığı Giritliler İzmir’de ilk olarak Mahfuz Hane denilen Urla açıklarındaki karantina adalarına getirildiler. Burada salgın hastalıklara karşı aşı ve kontrolden geçtikten sonra kente bırakıldılar ve onlara yaşam alanları gösterildi.

Bugünde ismi Karantina olan Mithat Paşa Meslek Lisesi’nin hemen yanındaki sarı bina yanındaki hamamlar, uzun süre kente yeni gelen göçmenlerin kontrollü bir şekilde kente girmelerini sağladı. Bu başarılı göç harekatından sonra asimile olmak istemeyen tüm Osmanlı Giritlileri Anadolu’nun çeşitli kentlerine dağıldılar.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BClcemal#/media/Dosya:A_Passenger_Steam_Ship,_G%C3%BClcemal_(14667010374).jpg

Hasan dedem, 1924 mübadelesi sonrası çok fazla yaşamamış. Belki özlem belki de ekonomik zorluklar aileyi parçalamış. Yine genç yaşta kaybettiğimiz Kemal amcam İstanbul’a gitmiş. Kader mahkumu olarak yıllarca hapis yatan en küçük amcam Coşkun amcam da hapisten çıktıktan sonra 1 sene yaşadı ve Basmane’de bir otel odasında ölüp gittiğini hayal olarak hatırlıyorum.

Tüm dedelerimin ortak özelliği babam dahil hepsi çok iyi aşçılardı. Evde en çok pişen yemek türü sebze ve ot ağırlıklı yemekler ve mezelerdi.

Tüm dedelerim içki içmeyi severdi. En büyük zevk tüm aileyi bir araya getirerek bol otlu ve mezeli içki masaları kurmak ve saatlerce sohbet etmekti.

Babaların evde olduğu günler kadınlar izinli olurdu. Haftada birgün kadınları mutfağa sokmayan bir erkek günü olurdu.

Balıktan çok iyi anlayan Giritli atalarımın en sevdiği otlar; semizotu, radika, ısırgan otu, kabak çiçeği, bakla ve şevketi bostandı. Aslında her türlü sebze ve otu seven bir ailem vardı.

Hasan dedemin ne kadar katkısı var bilmiyorum ama Eşrefpaşa’nın en düz alanlarından biri olan 463 sokakta iki katlı bir ev yapacak kadar bir arsa alabilmişlerdi. Tahminim o ki, ilk evleri düzayak ve tek katlıydı. Sonraları çocuk sayısı arttıkça ikinci kat ve terası yaptıklarını düşünüyorum.

Hüseyin Kamil’in 5 kız ve 1 oğlu vardı. Kızlardan biri Sakız Adası göçmeni olan karısı Seher Hanımın yani babaannemizin ilk evliğinden olan kızıydı. Hüseyin Kamil dedem ilk evliliğini kocasını erken kaybetmiş olan dul bir kadın ile yapmıştı yani onları sahiplenmişti.

Eşrefpaşa 1930’larda, müstakil evlerin mantar gibi çoğaldığı büyük bir göçmen kasabasına dönüşmüştü. Yollarda Girit Rumcası konuşan samimi güler yüzlü insanlar çoktu. Girit’ten veya Rodos’tan çok para getirenlerin evleri haliyle büyükçe ve daha konforluydu ama hepsinin ortak özelliği tüm evler birbirine yakın ve müstakildi. Bu da komşuluk ilişkilerinin güçlenmesine sebep oluyordu.

Bu mahalle ve mütevazı evde 1968 ve 1985 arası tam 17 yıl yaşadım. Hüseyin Kamil dedem 1979’da öldü. Girit’ten ilk gelen dedemi hiç görmedim. Babam Hasan Basri ise 2005’te öldü. Şimdi oğlum Hasan Ege ve Ben Kemal Şendikici bu Giritli ataerkil ailenin son üyeleriz.

Fakir ama gönlü zengin insanlardı. Tek mal varlıkları her şeyi çıkma kapı ve pencere ile yapılmış iki katlı evleriydi. Parayı kolay harcarlardı, günü ve anı yaşarlardı. İçki içmeyi ve müziği, çocuklarına en iyisinden yedirip giydirip içirmeyi ve misafir ağırlamayı çok severlerdi.

Hatta hep anlatılırdı hiç unutmam. Eşrefpaşa Caddesi’nin en işlek noktasında camii yanında dedem, Restoran adlı bir esnaf lokantası açmış. Fakat eş dost akraba o kadar çok gelip gidip bedava yemek yiyormuş ki en sonunda lokanta batmış ve kapanmış. Zaten her yaptıkları iş pek sonuç vermezdi. Genelde zararla sonuçlanan birçok iş denemeleri sonrası emekli olan dedemin rahat bir nefes aldığını hatırlıyorum.

Giritli ailem ne yazık ki evde hiç Giritçe konuşmadı. Bazen soğuk kış günlerinde Rodoslu eniştemin Rum papaz hikayeleri anlattığını ve dedemin de evin tavan arasında Hasan dedeme ait bir silah sakladığı efsanesini hatırlıyorum. Sonrasında ise evden taşınırken o tahta tavanı kırıp baktığımı ve büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı da hatırlıyorum.

Evde hep müzik olurdu ve partiler düzenlerlerdi. Çok canlı ve samimi komşuluk ilişkileri olduğu için her akşam sokakta eğlenceler olurdu.

Bu eğlencelerin doruk noktası, Hıdırellez zamanıydı. 5 Mayıs akşamı sokağın ortasına devasa ateş yakılır, dilekler tutulur, mahallenin müzisyenleri canlı performanslar sergilerdi. Gündüzleri de mahallenin kadınları deniz kıyısına iner kağıtlara yazdıkları dilekleri denize atarlardı.

Mahallede zengin fakir ayrımı yoktu. Kimse hava basmazdı, olan olmayanla paylaşır, fakirliği ve zenginliği hiç birbirine hissettirmezlerdi.

Hiçbir zaman bisikletim olmadı ama komşularım her zaman paylaştığı için bu eksikliği hissettirmediler. Giritlilerin en büyük eğlencesi 1960 ve 1970’lerde açık hava sinemalarına gitmekti. Yeşilçam’ın ve Hint sinemasının doruk noktasında olduğu dönemlerde mahallemizde tam 4 açık hava sineması vardı.

Ferah, Şenocak ve Bizim sinemaları her zaman dolup taşardı. Film gösterileri öncesi başrol oyuncaları bazen halkla buluşur ve mahallede izdiham olurdu.

 

Giritliler Eşrefpaşa semtinin simge topluluğu oldular. Behlül kunduradan aldıkları önü sivri topuklu ayakkabıları, bol paçalı pantolonları ile erkekler mahallenin namus bekçileriydi, gelen geçen onlardan sorulurdu.

Meyhanesi bol olan bir semt olsa da, güvenlik açısından adı belalı bir semt olarak ünlense de, sadece semte zarar verecek olan unsurlara karşı belalı olan bir erkek toplumu yapısı vardı.

Herkes birbirinin ailesine, namusuna ve ahlakına kaşı saygılı idi.

Erkek kız demeden tüm çocuklarına eşit davranan bir aile yapısı olan Girit aileleri, kızlarını evlendirmekten çok okutmaya çalışan bir çocuk yetiştirme kültürüne sahipti.

Okumayan erkek çocuğu erkenden çıraklık türü işlere gönderilse de genellikle bu durum yaz tatillerinde gerçekleşirdi. Çocukların hayatın zorluklarını öğrenmeleri için korumacı bir aile yapısı yerine dış hayata dönük bir çocuk yetiştirme tarzları vardı.

Yazları camilerdeki kuran kurslarına göndermek tüm aileler için olmazsa olmazdı. Gündüz camilerde “elif, be, te, se” öğrenen çocuk akşamları da babasının rakı masasında otururdu. Bu, çok renkli ve sınırları olmayan özgür bir yaşam tarzıydı.

Çocuklar özgürdü. Her sokak her ev onlarındı adeta. Mahalleler arası sınır yoktu. Sabahtan akşama kadar çocuklar evlere yemek atıştırmak haricinde girmezdi. Güvenlik problemi, sapıklık ve çocuk kaçırma gibi dertler yoktu. Tüm çocuklar semtin ve mahallenin çocuklarıydı. Görünmeyen bir güvenlik kalkanı altında muhteşem bir çocukluk yaşadılar.

Herkes birbirinin dini yaşantısına ve siyasi görüşüne saygı duyardı.

Giritliler futbolu severdi. Semte yakın olması ve efsane takım olması nedeniyle Göztepe en sevilen takımdı. Sonra Atilla Spor ve Metin Oktay’ın doğduğu takım olan Damlacık Spor diğer önemli takımlardı.

Giritliler her daim suyun öteki yanını özlediler. İlk gelen kuşaklar yeni hayatlarını kurmak için mücadele ettiler. Ne Türk oldular ne de Rum; arada kalan bir kuşak olarak hayatlarını sonlandırdılar.

2. Kuşak Giritliler, babalarının kurmuş oldukları zemin üzerine daha iyi hayatlar ve eğitimli kuşaklar yetiştirmeye çalıştılar. Hepsi birer ev sahibi olmak ve ana vatanlarına daha bağlı olmak için çabaladılar.

Eğitimli, demokrat, dindar ve Atatürkçü kuşaklar yetiştirmek için gece gündüz çalıştılar. Kendileri okumasa da ilk kuşaklar okuyana ve başarılı olana saygı duydular. Ve şu anda üçüncü kuşak Giritliler, onların çocukları ve torunları kimi mimar, kimi doktor kimi mühendis kimi de ticaret adamı olarak vatanlarına faydalı oldular.

Ama hiçbiri hiçbir zaman Giritli yani Kritikoslu olduğunu unutmadı ve Giritli olmakla gurur duydu.

Suyun Öteki Yanı özlemi ile yaşadılar ve yaşıyorlar.

 

Popüler Yazılar

SÖZLEŞME

Bu internet sitesine girilmesi veya mobil uygulamanın kullanılması sitenin ya da sitedeki bilgilerin ve diğer verilerin programların vs. kullanılması sebebiyle, sözleşmenin ihlali, haksız fiil, ya da başkaca sebeplere binaen, doğabilecek doğrudan ya da dolaylı hiçbir zararlardan REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını, tarafımdan internet sitesinde E-Bültene üye olmak için veya başkaca bir sebeple verdiğim kişisel verileri, özellikle de isim, adres, telefon numarası, e-posta adresi, banka bilgisi, yaş ve cinsiyetle ilgili benzeri bilgileri kendi rızam ile paylaştığımı, REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun nin bu bilgileri kullanmasına muvafakat ettiğimi, bu bilgilerin 3.gerçek ve/veya tüzel kişilerin eline geçmesi ve bu şekilde olumsuz yönde kullanılması halinde ve/veya bu bilgilerin başkaca kişiler ile paylaşılması halinde REHBERNAME A.Ş. ('REHBERNAME') nun sorumluluğunun olmadığını gayri kabili rücu, kabul, beyan ve taahhüt ederim.